Kabul etmeliyiz artık.
Gençlerimizin artık eski, kalın kitapları karıştırıp kafa yoracak ne vakitleri var ne de istekleri. İslam’ın ilke ve güzelliklerini tahrif etmeden ama muhatabı taltif ederek sunmamız gerekiyor.
Yanisi suçlu biziz onlar değil!
Bilgi deposu beyinler, sınav kazanan çanta hamalları, tıkanmış eğitim sistemine kendini tıpa olarak görev addeden ebeveynler olarak her anne babanın elinde zekâ ölçüm formları; gözleri hırs, çocuk büyütme enerjilerini ihtiras kaplamış.
Günümüzde de eskiden olduğu gibi bir kısım anne baba maalesef çocuklarını, kendi yetersizliklerini “tatmin memuru” olarak görüyor.
Farkında mısınız bilmiyorum!
İnsanlar yavaş yavaş kendi belirledikleri başarı yolcuğunda, yine kendi yaptıkları her aşırılığı kurallaştırınca, yeni bir ahlak anlayışı patladı toplumda:
Narsizm.
Yani "büyüklenme" hastalığı.
Bu kişiler kendilerini o kadar yüksekte ve büyük olarak görürler ki; kimsenin onları eleştiremeyeceğine inanırlar. Öyle haklı gerekçeleri vardır ki biraz düşününce; anne hiç eleştirmemiş, baba çocuğundan bir bardak su dahi istememiş. Ama evlatlarının her eleştirisinde evladın tanımına göre kendilerini değiştirmiş, evladın her isteğini emir olarak görüp yerine getirmiş.
Küçücük evlat bir rehbere ihtiyaç duyarken, rehberlik yapacak anne ve babanın kendine teslim olduğunu görünce, yürüyen çılgın ego haline dönüşmüş…
Bu çocukların beyinleri büyüklenmeyecek kadar masum kalabilir mi?
Sonuç?
Fen lisesini, Anadolu lisesini, bilmem ne kolejini birincilikle kazandığı halde eline tutuşturduğunuz faturayı dahi yatıramayan bir nesil var ortada!
Neden mi böyle oluyor?
Çünkü kişiliğimiz üzerindeki gedikler edep ile değil, hırsımız ile kapandıkça ihtiras canavarı bir kuşku yüklüyor zihinlere;
“Gediklerimle birlikte fark edilirsem…”
Bütün amaç kendimizi saklamak, hem de en derinlerde…
Üzeri; bilgi, başarı, elde edilecek makam ve para ile kapalı.
Korkunç bir ifade olacak belki ama kendi iç dünyamız ile yüzleşip kendi halimizle barışmak bu kadar korkunç olduysa, tövbe eden, hatalarının farkına varıp pişmanlık duyan kişi sayımız ne de çok az almış demek değil mi bu? Her tövbe veya pişmanlık; merkezinde kişinin kendini tüm eksiklikleri ile kabul edip yüzleşmesi, ardından itiraf etmesi ile başlamıyor muydu?
Biz çocuklarımıza “yakışıklı, güzel, zeki, güçlü” gibi kavramlar dünyasında yaldızlı bir yalancı yaşam sunarsak, gerçekleri fark ettiğinde ilk terk edeceği liman kendisi olmayacak mı?
Kişiselliğini olduğu gibi kabul onayı, değişim ve gelişim sürecinin birinci basamağı değil mi?
Kişiselliğini kabul, kişiliğinin farkında olmakla başlamıyor mu?
Peki…
Kişiliğini fark edecek zaman verdik mi çocuklarımıza?
Ne olur boş bir vaktinizde dolaşın okulları.
Ne kendilerini ifade edecek kelime birikimi var, ne duygularını tanımlayacak refleksleri. Sorarsanız birkaç test soru suya da klasik hemen döktürüveriyor ezbere biriktirdiklerini.
Yapmak zorundalar çünkü!
Karşılaştırma baskısı yememek için; ebeveynleri tarafından dışlanmamak için, arkadaşları arasında yetersiz olmamak için, bilmediği zaman sınıfta tembeller grubuna girmemek için… Ama dikkat edin başaramadığında duygusal anlamda terk ediyorlar; önce kendilerini, ardından ebeveynlerini, sonra sosyal yaşamını ve en sonunda okulunu...
Oysa…
Eğitim sistemi; zekayaşıkaçolursaolsuntümöğrencileribiranneşefkatiylekucaklayarak hayata kazandırmak, topluma faydalı bir fert olarak yetiştirmekle mükelleftir.
Farkında olalım artık!
Daha düne kadar mutlu, huzurlu, paylaşımcı insanlar toplumu iken çok özendiğimiz ve her birinden azar azar aldığımız “batı eğitim sistemi” ile yaşantımız ne yazık ki yaşanılamaz bir hale dönüşüyor. Batının kendini yok etme serüvenini hiçe sayarak aynı akıbeti bir gelişmişlik karinesi olarak gören, çok bilen “cahiller” topluluğuna; aşksız, sevgisiz, edep ve hayâ yoksunu insan sürüsüne dönüşüverdik.
Oysa dün böyle miydi bu coğrafya?
Ekmeğini, aşını ve sevgisini beklentisiz paylaşan o güzelim insanlar nerede? Sade, gösterişsiz, değerleri iliklerine kadar içselleştirmiş buram buram huzur kokan toplumun fertleri nereye kayboldu? İnsanı eşyalaştıran ve köleleştiren eğitim sistemi insana mutluluk getirmediği gibi dünyayı da yaşanılamaz bir hale getirmedi mi?
Bize ifsada meyilli değil bin yıl boyunca dünyaya hükmeden ıslaha meyilli bir eğitim sistemi lazım. Binalar yükselirken insanların cüceleştiği, insani değerlerin o yükseklikle beraber eridiği bir ortamda hiçbir derinliği olmayan boyutsuz bir nesil yetişiyor.
Çözüm?
Edebi eşyadan önce öğretecek, sevgi ve saygıyı sayısal bir değer olarak değil insanın bir parçası olarak görecek, her öğrenciyi kendi ilgi, istidat ve kabiliyetine göre yönlendirecek, insanları kategorize etmeden her kesime eşit bir fırsat sunacak, kelime anlamı itibariyle “hazine” olan genç kavramının karşılığıyla eşdeğer; onları birer hazine olarak gören bir eğitim sistemi kurulacak.
Unutmayın!
“İblis de âlimdi. Çoğu kula nasip edilenden fazlasını biliyordu ama idraksizdi.” (SON)