Yaşam hakkı doğanın canlılara koşulsuz tanıdığı bir hak değildir. Bu hak, yaşamın başlangıcından canlılık özellikleri son bulana kadar mücadeleyle korunması gereken bir haktır.
Yaşam hakkına, tabiat kanunlarının gözünden bakıldığında hiçbir zaman kutsal bir hak olmadığı görülecektir. Milyarlarca canlının doğumu, yaşamı ve ölümü sadece canlı varlıklar açısından önemli olmakla birlikte doğa için aynı durum geçerli değildir. Aksine bu durum, doğa kanunları gereği zorunlu olan bir döngüden ibarettir.
Bu zorlu yaşam mücadelesi güç etrafında dönen bir mücadeledir. Her canlı gücü oranında yaşama hakkını elde eder.
Doğa, zayıfa hiçbir şekilde yaşama hakkı tanımaz. Ona yaşamı devam ettirme şansı da vermez. Doğa tüm varlığıyla açık bir şekilde "Yaşam hakkı sizlere verilmez onu kendiniz almalısınız !"diye haykırmaktadır.
Doğanın bu seslenişi sorgulayan bir beyinde, kolaylıkla kavranacak derecede açıktır. Hayvanları gözlemlediğimiz de bu doğa kanununun hayvanlarca da derinden benimsendiği görülecektir. Öyledir ki ; "Bir ceylan, gözyaşı döktüğü için aslan onu yemekten vazgeçmez!" Doğa da sürekli bir savaş, sürekli bir mücadele mevcuttur. “Yaşam, sonunda herkesin yenileceği ancak bazılarının daha erken yenileceği bir savaştır.”
İnsanlar; sert doğa kanunlarını, toplum sözleşmeleriyle; temelinde karşılıklı menfaatlerin korunması koşuluyla yumuşak ve esnek bir biçime uyarlamışlardır. Ancak insanlığın iyi denilebilecek bu medeni gelişimi, acı ve yokluk kendisine dokunmayana kadar devam edebilen kırılgan ve esnek bir gelişimdir. Canlıların, menfaatleri elinden alındığında yaşamını devam ettirmek ve refah seviyesini arttırmak amacıyla saldırgan bir canavara dönüşeceği gerçeği kaçınılmazdır. Toplumda refah ve adalet olduğu sürece çarklar dönecektir. Bilinmelidir ki; adalet duygusuna aykırı olacak şekilde atılan her adım; çarkların dişlerini birer birer kıracaktır. Bunun sonucunda da toplumsal düzen bozulacak, insan yapısı gereği özündeki doğa kanunlarına yönelecektir.