Rahmetli anam, “ölümün de hayırlısı” derdi. Çocukken anlamazdım. Kanser illetinden çektiği acıları birlikte yaşadık. O zaman anladım hayırlı ölümün ne olduğunu.
Şili’deki maden kazasını not düşüyorum:
“Şili'deki 33 madencinin hikayesi 2010 yılının en hatırda kalan haberlerinden biriydi
Ağustos ayında San Jose madeninde çöküntü olmuş, madenciler yerin 700 metre altında kısılı kalmışlardı.
17 gün boyunca madencilerden haber alınamayınca öldükleri düşünülmeye başlanmıştı.
Ardından kurtarma ekipleri sondaj aletiyle bir yeraltı tüneline ulaşmayı başardı.
Sondaj aleti tünelden dışarı çekildiğinde üzerine bir not yapıştırılmıştı: "Hepimiz iyiyiz."
Madenciler kendilerine ulaştırılan gıda ve su sayesinde yedi hafta boyunca hayatta kalmayı başardı ve ardından dünya genelinde milyonlarca televizyon izleyicisinin gözü önünde, canlı yayında madenden kurtarıldılar.
O zamanlar 33 madenciye parlak bir gelecek vadediliyordu. Ama gerçekler farklı oldu.
Çoğu hâlâ psikolojik tedavi görüyor. Bazısı çalışmıyor ya da ancak geçici işlerde tutunabiliyor.
Biri başkent Santiago'da bir psikiyatri kliniğine kapatılmış, en az ikisi de alkol ya da uyuşturucu sorunları yaşıyor.
Ayrıca hiçbirine maden sahipleri tarafından herhangi bir tazminat ödenmedi”
(Kaynak BBC News)
…
Cahit Sıtkı’nın doğduğu ev. Büyük taş konakta ömrünü tamamladı. ''Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar'' dizesine ilham olan avlu.
Müze bekçisi çocukluk arkadaşımızdı. Yıllar önce havuz başında rakı içmişliğimiz de vardır. Ekim ayıydı, dut ağacı sarı yapraklarını serpmeye başlamıştı. Şairin odasına geçtim, yatağına uzandım ve avluya bakarak neler hissettiğini düşündüm. Manzara ''tarumar'dan'' daha iyi bir kelimeyle anlatılamazdı.
Sonrası, ''Ayva sarı, Nar kırmızı, mevsim sonbahar...''
Ve iflah olmaz takıntısı ölüm, '”öldük, Cevat ölümden bir şeyler umarak”la veda ederken, ''alıştığımız birşeydi yaşamak'' son sitemiydi.