Bir yudum yaşam (gönül sultanlarının anısına)

Mal varlığının ve buna paralel olarak nüfuzunun hemen hemen tümünü yitirmiş aristokratlığını toprak sahipliğinin yanı sıra dini misyondan alan bir...

Mal varlığının ve buna paralel olarak nüfuzunun hemen hemen tümünü yitirmiş aristokratlığını toprak sahipliğinin yanı sıra dini misyondan alan bir ailenin çocuğu idi…

Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Ermeni ve Süryanilerin katliamına karşı duran daha sonra da Kürt ayaklanmalarına destek veren ailesini rejim hep potansiyel tehlike olarak algılıyor ve ciddi baskılar uyguluyordu. Araplardan müteşekkil halkta bu baskılardan nasibini alıyordu. 1935 yılında şehre gelen İsmet İnönü şehir eşrafını toplayarak Türkçülük nutukları eşliğinde rejimin zorunlu asimilasyon politikalarını sıraladıktan sonra eşrafa Türklük temelinde bu politikalara uyum sağlamalarını öğütleyince, dedesi Şeyh Mustafa usulünce söz alarak;

  • Paşam bizler Türk değil Arap’ız. Şehir ahalisinin büyük bir bölümü Halidibn-i Velid’in soyundan veya Abbasi olup Resullulahın soyundan seyitlerden müteşekkildir. Çoğumuz Türkçeyi bilmeyiz. Şehir ahalisinin çoğu ulema ve ticaret erbabından müteşekkil munis bir ahalidir.

Diye söze başlayınca İnönü sert bir şekilde sözünü keserek

  • Efendi bunu iyi belleyiniz ki bundan sonra devleti aliye Türkiye cumhuriyetinde yaşayan tüm ahali Türk olarak addedilmiştir. Ancak bazı duyumlarımızda vilayetiniz ahalisinin bir kısmının Yahudi, Süryani, Ermeni kalıntılarından müteşekkil olduğu kayıtları mevcut. Sen hangisindensin. Vilayetinizin ahalisinin selameti için sizi buradan nakletmek gerektiği hususunu düşünmekteyiz.

Bu sözler üzerine odadakilerin tümü bir anda buz kesti. Hepsinin yüzünde korku ve tedirginlik okunuyordu. Birçoğu bu da söylenecek söz mü dercesine öfkeyle Şeyh Mustafa’ya bakıyordu. Çünkü o dönemde nakledilmek 1915-1917 arasında Ermeni, Keldani ve Süryanilere daha sonraki yıllarda Kürtlere uygulandığı biçimiyle katledilmek anlamına geliyordu. Şeyh Mustafa’da tedirgin olmuştu. Hemen uygun bir üslupla

  • Paşam âcizane sözlerim yanlış anlaşıldı, ben Resul’ulah’ın Allah’ın kılıcı olarak adlandırdığı Halidibn-î Velid’in zevcem ise ehl-î beyttendir. Devlet-i Alîyé Osmaniye ailemizi vergiden muaf tutmuştur. Ahalimiz her zaman uyumlu bir ahali olmuştur. Biz devlet-i âliyeye sadakatle bağlıyız. Elbette emir buyurduğunuz gibi devletin emirlerine icabet edilecektir.

Salondakiler nefeslerini tutmuş, pür dikkat gözlerini İsmet paşaya dikmişti. Paşa konumunun ve tehditkâr konuşmasının etkisinin tadını çıkarmak istercesine bir süre salondakileri süzdü. Salonda ölüm sessizliğinin yanı sıra duyulan tek şey korkunun tüm benliği tırmalayan titreşimiydi. Salondakilerin mutlak biatini yansıtan bu korku titreşimlerini zafer kazanan komutan edasıyla derinlemesine benliğinde büyük bir hazla hissetmenin hazzının keyfini sürdükten sonra, düşmanını hezimete uğratıp savaş kazanan komutan edasıyla;

  • Âlâ, senin ferasetli biri olduğunu söylediler Şeyh Mustafa Efendi! Göreceğiz bakalım. Bu vilayetin munis halkının naklini düşünmek zorunda kalmayalım.

Ailenin ekonomik kaynakları gün geçtikçe eriyip tükeniyordu. Babası yıllardır hiçbir işle uğraşamıyor, aileden miras kalan gayrimenkulleri satarak ailenin geçimini sağlıyordu. Ama artık kaynaklar tükenmiş Emlakların ve tüm değerli kaynakların büyük bir bölümü satılmıştı. Artık eve ona tasavvuf dersleri vermeye gelen hocalardan biri hariç hiçbiri gelmiyordu. Oda çok seyrek geliyor ve verdiği derslerde, bulundukları koşullar sebebiyle umutsuzluk karışımı, geleceğe yönelik umut vermeğe çabalıyordu. Bu çaba Tıpkı umutsuzluğun duyulamayan kulakları sağır eden umut çığlığı gibiydi. Siz hiç duydunuz mu böylesi bir çığlığı? Kuşkusuz hayır. Çünkü bu çığlık duyulmaz, ancak böylesi yaşamlarda hissedilir veya yaşanır.

Aile birimlerinin ikinci derece mensuplarının birçoğu kalan mal varlıklarını satarak kapitalizmin gelişme gösterdiği şehirlere göç etmişlerdi. Artık dinsel aile aristokrasisinin hiyerarşisi onları bağlamıyor ve bir arada tutamıyordu. Bu durum sonun başlangıcını teşkil etmişti. Ekonomik durum her gün daha kötüye gidiyordu. Babaannesi hala devlet tarafından el konulan köylerin geri alınmasından ve hiyerarşinin yeniden kurulmasından ve Ecdat ocağını terk edenlerin cezalandırılması gereğinden bahsediyordu.

Bu bitmez tükenmez tartışmaların sonucunda şehri terk ederek, babasının iş bulduğu kente bağlı ilçeye göç etme kararıyla son bulmuştu. Bu ailenin aristokratik ayrıcalığının sona erdiğinin de kararı olması bağlamında çok zor ve ağır bir karardı. Bu karar alındıktan sonra al acele gitme hazırlıkları başlatıldı.

Sebebini açıklayamadığı içinde esen fırtınaların yüreğinde yarattığı derin bir sızının dayanılmaz ağırlığıyla harabeye dönmüş köşke uzun bir süredir gözlerini kırpmadan bakıyordu. Her ne kadar ninesi ona tekrar dönüp köşkü yeniden tamir edeceklerini ve planladıkları gibi tekrar ailenin aristokrat hiyerarşisini onun etrafında dirilteceklerini söylediyse de yüreğinde esen fırtınalar bunun tam tersi duyguların tohumlarını serpiştiriyordu. Günlerdir bu karmaşık duygularla sarsılıp duruyordu. Bu gün ayrılıyorlardı, bu ayrılığın bir sürecin kapanması olduğunu kavrayamasa da buradan ayrılığın yaşamında ki ayrıcalıkların büyük bir bölümünün bitişi olacağını hissediyordu. Ninesine sarılarak yalvarırcasına;

  • Burada kalalım, ailenin diğer bireylerini kastederek, bırak onlar gitsin, ikimiz burada kalalım, eğer gidersek her şeyimizi kaybederiz. Hatta bir daha buralara gelemeyebiliriz. On yıl daha bekleyelim ben büyür her şeyi düzeltirim.

Ninesi çaresizliğin ve tükenmişliği yansıtan ruh haliyle «artık kaybedecek bir şey kalmadı ki » diyerek onu üzmek umutlarını yok etmek istemiyordu. Onun küçücük ellerini okşayarak her zaman yaptığı gibi umutlarını yüreğine bir tohum gibi ekmek istercesine;

  • Sahip olduklarımızı kaybetmeyeceğiz. Bazı maddi şeyleri kaybedebiliriz ama taşıdığın asil ruhu hiçbir zaman kaybetmeyeceksin. Bu tükenmez bir servettir, daima onu koru ve güçlendir. Buna sadece mal mülk zenginliğiyle sahip olunmaz. Mal mülk Zenginliği kaybedile bilinir ama asil bir ruh korunabildiği takdirde asla kaybedilmez önemli olan onu güce dönüştüre bilmektir, ona uygun meziyetlerle sahip çıkabilerek davranabilmektir. Bu insanın kendi ellinde olan bir şeydir. Ama maddi zenginlik daima sahip çıkılabilecek bir şey değildir. Sen bu meziyetlere sahipsin, bu meziyetlerini doğru biçimde kullandığın zaman bunların güce dönüştüğünü göreceksin. İşte o zaman tekrar geri geleceksin ve her şeyi istediğin gibi düzelteceksin

“Tekrar geri gelecek ve her şeyi istediğin gibi düzelteceksin” bu cümleyi ard arda defalarca zihninde tekrarlayıp durdu.  İyi ama nasıl? Tüm bunları nasıl ve neyle yapabilecekti? Buradan da gittikten sonra ne kalacaktı ki, hiçbir şey... Ninesi yanılıyordu, adı gibi biliyordu ki; bir daha ne aile aristokrasisi oluşabilecek nede dönüldüğünde onarılacak köşk kalacaktı hepsi bu harabede gömülüp kalacak, bu köşk bir dönemin mezarı olacaktı. Köşk olmadığında dönüşte olmayacaktı. Fakat şundan emindi ki ne olacaksa o küçücük kafası algılamasa da çok daha değişik şeylerle olacaktı. O şeyler ne ise bilmiyordu ama içinde ninesiyle beslediği umutların hiç birine yer yoktu. Evet, onlar sadece onları beslediği hayallerinde kalacaktı. Yüreği dışarı fırlayacakmışçasına çarpıyordu, sanki yeri ona dar geliyormuşçasına sıkışıyordu. Minicik yanaklarından aşağıya yaşlar süzülmeye başladı. Buğulanmış gözlerinin sis perdesi arkasından ninesiyle köşkün her köşesini gezdiklerinde, her bölümüyle ilgili anlattığı hikâyeleri seyreder gibiydi. Burası yaşayan geçmişti, ninesi onu bırakıp nasıl gidiyordu, buna nasıl izin veriyordu. Dedeleri burada yaşamış burada toplumla kaynaşmış...Burası onlarla bütünleşmiş. Bodrumların dehlizlerinin girişinde durduğunda yeniden ninesinin ona anlattığı olayların hayallerine daldı. Ninesiyle karşı ki sedirde oturmuş, gayri-Müslimlerin katliamı (Seyfo) sırasında, Süryanîleri,Keldanileri ve Ermenileri katliamdan kurtarmak amacıyla onları dehlizlerde aylarca nasıl sakladıklarını anlatmıştı…

Dedesinin babası şeyh Süleyman ve ruh kardeşi MetropolitAdey’le tedirgin ve hararetli bir tartışma içerisindeydiler;

  • Saygıdeğer kardeşim siz, bizKeldani ve Süryanî’leri iyi tanırsınız, bizler zanaatkâr insanlarız, savaşçı değil, tarih boyunca da savaş ve çatışmalar yerine Hz. İsa pederimizin öğütlerine uygun bir yaşam kurduk ve komşularımızla hep iyi geçindik, iyilik yapmağa çalıştık. Ermenilerin savaş hazırlıklarından bahsediyorsunuz olabilir ama biz Ermeni değil Keldani ve Süryanî’yiz siz nasıl Türkler, Kürtler, Araplar Müslümansanız ama farklı mezhepler ve milletlerdenseniz bizde Ermenilerle aynı dindeniz ama farklı mezhepler ve milletleriz. Malumunuz olduğu gibi biz Keldani ve Süryaniler ile siz Araplar ve İbranilerle aynı ailenin çocuklarıyız. Üç millette Nuh’un oğlu Sam’ın çocuklarıyız. Dilimiz kültürümüz bir sadece dinimiz farklı... Din konusunda zati aliniz konuya benden daha vakıfsınız her zaman sizinle ortak tefekkürlerimizde paylaştığımız gibi hepimiz bir olan Allaha inanıyoruz, ibadet ediyoruz. Bu topraklar bunu sizin ve ecdadınızın hizmetleriyle öğrendi, uyguladı... Rabbimiz hizmetlerinizi daim kılsın...

Şeyh Süleyman söylenenleri içtenlikle tasdik ettiğini anlatmak amacıyla başını sallayarak karşısındakine içtenlikle duyduğu sevgiyi, ama bu konuda ellinden hiçbir şey gelmediğini anlatan çaresizliğini de ifade eden bir tonla

  • Haklısın saygıdeğer kardeşim, bu vuslatlar kadim kültürünüzde var binlerce yıl siz bilginizle, hizmetlerinizle bu toprakları aydınlattınız. Bizimki sizden bir görev devralmadır. Dilerim ecdadımızla görevimize layık hizmetler yapmışızdır. Bunların tümünü vali paşaya anlatmaya çalıştım, ancak ya anlamıyor veya anlamak istemiyor. Soruna ümmetçi mantığıyla yaklaşıyor. Bu yaklaşım tarzı burada ki birçok eşrafında işine geliyor ve olayı daha fazla kışkırtıyorlar. Çok dikkatli olmak lâzım. Gene bir sürü yalan hikâyeler uydurmaya başlamışlar. Tıpkı Yahudilerle ilgili uydurulan hikâyelere benziyor. Bence Çevrede ki Ermeni cemaatiyle bu konuyu ciddiyet ve hassasiyetle istişare etmek gerekir, Ermeni kardeşlerimizi fazla yalnız bırakmamak lâzım. Duruma bakıldığında onlar için onlara yönelik yayılmaya çalışılan fitne fesatların boyutu hiç iyi gözükmüyor.
  • Bu yöredeki Ermeni cemaati Erzurum, Kars, Karaköse (Ağrı)ve Van Ermenilerinden farklı bir duruma sahiptirler. Bu gelişen olaylarla isteseler de alâkaları olamaz. Din adamlarının çoğunu tanırım hepsi bizim gibi çatışmalara karşı düşüncelere sahiptirler. Hem nüfus olarak Kürtler ve Osmanlılardan çok daha fazladırlar. Böylesi bir bağlantının felaket olacağını biliyorlar, bana da birkaç kez anlatmış ve kaygılarını dile getirmişlerdi. Ancak hala olabilecek felaketin idrakinde olmadıkları gibi Kürtlerle olan yakınlıkları ve nüfus çoğunluğu dolayısıyla olayların tehlikeli boyutlara gelmeyeceği inancındalar.
  • Peki, bu kanaate nasıl varıyorlar. Etraflarında gelişen olayları göremiyorlar mı?

Metropolit acı acı gülümseyerek çaresizliklerini ifade eden bir tavırla ellerini dua eder gibi avuç içini göğsün hizasında yüzüne doğru çevirerek

  • Haklısınız ama “yüzyıllardır Kürtlerin zanaat ve tarım işlerini yapıyoruz ve bugüne kadar hep iyi geçindik böylesi bir durumda bizi Yalnız bırakmazlar, en azından bizi korurlar” diye düşünüyorlar. Hem biliyorsunuz onlar bizden farklı olarak zorla da olsa daha fazla kız alıp-verme yönünde bizle sizin arasındaki gibi akrabalıkları var. İşte böylesi durumlarda insan bu kadar ayrıntıyı bile düşünebiliyor.

Şeyhin içini tarif edilmez bir keder doldurmuştu. İnsan cellâdına bu kadar sığınabilir mi? diye içinden geçirdi. Şeyh durumun ehemmiyetini anlatmak amacıyla başını olumsuz anlamda hafifçe iki yana sallayarak

  • Durum sandığımızdan da ciddi, Osmanlı bize de, özellikle de Bazı aşiret ve tarikatlara güvenmiyor. Bu şunu gösteriyor olabilir, demek ki bazı kesimlerle tamamen anlaşmış durumdalar biz, ya onlara katılıp destek vereceğiz veya karşı çıkarsak bizi de ezecekler. Diğer seçenekse olayın dışında kalmaya çalışmak ve olayların bitmesinden sonra durumu değerlendirerek yapılacak bir şey kalmışsa onu yapmak. Serhat bölgesinde neler oluyor? Bilmiyoruz. Vali paşanın anlatımları çok vahim oralarda Ermeniler ayaklanmış birçok yörede de Ruslarla birlikte etkinlik sağlamışlar sizin de, bizimde ellimizde daha fazla bilgi yok bir an önce orda neler olup bittiği hakkında bilgi edinmemiz lâzım.
  • Bunun için haberci gönderilmiş ancak dönmesi uzun zaman alır. Bizde Midyat ve Mardin’e haberci gönderdik birkaç güne kadar dönmesi gerekiyor.

Eldeki verilerle yapılan her muhasebe şeyhi korkuya ve üzüntüye boğuyordu. Gelişmeler bu seyri izlerse sonuç hiçbir gücün engelleyemeyeceği acımasız bir katliamdı, aktörleri ise çoktan sahnedeki yerlerini almışlardı. Güçlüler her halükarda oyunun kazanacak tarafıydı zayıflar ise kurbanlardı. Ne uğruna mı? insanın insanı katlini, malına, namusuna tecavüzü yasaklayan din adına insanları öldürerek, malına, namusuna tecavüz ederek din korunup güçlendirilecekti.!  Günlerdir ruhundan atamadığı kaygılı tavrıyla mırıldandı;

  • Biz her şeye rağmen tedbiri elden bırakmayalım. Şunu çok iyi bilelim ki rasûlXacêrin (Siirt’te bir uçurumun adı) tam ucundayız, ona göre davranalım. Yarın köşkün altında ki dehlizlerde çalışacak fazladan birkaç kişi daha gönder orada ki hazırlıkları bir an önce bitirelim içim hiç rahat değil. Bende mussadıklarımı yarın toplayıp herhangi bir çılgınlık anında en azından kadın ve çocukları koruyacak bir fetva yazıp dağıtalım. Bu konuda sizin de görüşlerinizi almak isterdim. Fetvanın içeriği ile ilgili bir öneriniz var mı?

Şeyhin ses tonunda ki kaygı artık olayların her an başlayabileceğini bunun için artık kıvılcıma bile gerek kalmadığını sezdi. Olabilecek vahşetin boyutları patriğin kafasından bir anlık geçince yüzü kireç gibi bembeyaz oldu. Kuruyan boğazını ıslatmak amacıyla yutkunduktan sonra çaresizliğin ve umutsuzluğun umut dolu kulakları sağır eden çığlığını andıran bir anlık sessizce bakışmadan sonra zor duyulabilecek tonda mırıldanırcasına;

  • Hayır, değerli kardeşim yok, hem ne olabilir ki, cemaat sizin fetvada sizin olacak.!

Metropolitle konuşmasından birkaç gün sonra iki Kürt şeyhi onu ziyarete gelmişti. Hal hatır faslından sonra konu son siyasi ve ekonomik durumlar faslına gelince şeyh Selahaddin yılışırcasına

  • Muhterem şeyhim. Malumunuz olan Halife hazretleri efendimizin din kardeşlerimizi katledenlerle işbirliği yapan melunların cezalandırılması hususunda yolladığı ferman konusunda sizinle de istişare etmek istedik. Bu hususta ne düşünüyorsunuz şeyh hazretleri.

Şeyh Süleyman Önündeki rahleye bir süre sessizce baktıktan sonra art niyetli olduğunu hissettiği soruyu geçiştirmek istercesine

  • Evet, öyle bir fermanın olduğu konuşuluyor, lakin böyle bir ferman dergâhımıza intikal etmemiştir ve bu hususta bilgimiz yoktur. Cuma namazından sonra Paşa hazretlerini ziyaret edip bilgisine başvurup aslı astarını öğrenmek en hayırlısıdır diye düşünüyorum. Lütfederseniz birlikte gideriz.

Şeyhin bu cevabından rahatsız olan şeyh Selahaddin memnuniyetsiz bir tavırla yerinde kaykılarak paşaya sormanın anlamsız olacağını buna kendilerinin karar vermesi gerektiğini ve sonucun kendileriyle alakalı olacağını hissettirmek istercesine

  • Halife hazretleri moskof kâfirleriyle birlik olup Müslüman kardeşlerimizi katleden gayri Müslimlerin katlini helal kılmıştır Müslümanlara Allah yolunda cihad etmesini buyurmuştur. Halife ûlmüsliminin bu cihad davetine karşılık tebaası olan biz müminlere de icap etmek düşer…

Şeyh Süleyman bu cüretkârlığın nereye varacağını anlamıştı. Mevkiini ve ciddiyetini karşısındakine hatırlatmak amacıyla sessizce şeyh Selahaddin’i uzun bir süre süzdükten sonra öğrencilerine adap dersi veren bir edayla,

  • Halife ûlMüsliminin ehli kitap, ehli din olanlara yönelik böyle bir fermanı olamaz, olsa Halife ûlMüslimin olamaz. Şehadet ederim ki bahsettiğiniz fermanda katli vacip olarak geçen gayri Müslimler ehli kitaptır. Biz ehli kitap olan Müslümanlara Canları, kanları, malları ve ayarlarına din adına helal getirmeniz vacip değildir. Diyerek konuşmanın bittiğini belirten bir edayla ayağa kalktı. Karşısındakilere nasihat eden sakin bir tonla konuşmasını sürdürdü. Cuma namazından sonra Paşa hazretlerini ziyaret edip bilgisine başvurup bu söylentinin aslı astarını öğrenmek en hayırlısıdır. Sizlerde benimle teşrif ederseniz şeref duyarım, teşrif edemezseniz ben istişaremiz hakkında daha sonra size haber yollarım.

Bu görüşmeden kısa bir süre sonra tahmin ettikleri gibi hazırlanmış olan senaryo uygulamaya konmuştu. Sabaha karşı yüzyıllardır üç dini, birçok mezhebi ve 6 milliyeti barındıran bu ilim şehri insanoğlunun en kirli fiiline Katliama...! Tanıklık ediyordu. Çığlıklar, yalvarış ve yakarışlar sabahın ilk ışıklarına eşlik ediyordu…

Yukarıdaki yazımı yıllardır üzerinde çalıştığım ama bir türlü, belki yeterince anlatamadığımı ve yaşanan acıların sahiplerinin anısına saygısızlık olur kaygısıyla belki de zamanı gelmediğini düşündüğümden dolayı bir türlü yayınlamaya karar veremediğim üç kuşağın özelliklerini yansıtan kitabımdan alıp en azından bir bölümünün okuyucuya ulaşmasını istedim. Dilerim beni yetiştiren babaannem KadyaǦerzî beyi Seyit Süleyman’ın kızı HêcciyîtHadice hanımın öğrettiği tarif edilemez ancak hissedilebilen soykırım acılarını yaşamış Süryani kadim, Keldani ve Ermeni kardeşlerimin acılarının tanıklığını da yapan bu kitabı bu acılara saygıda kusur etmeden bir gün gönlüm razı olurda yayınlarım.

Mim Yavuz Binbay

Not: Babaannemin annesi Kurtalan/KadyaǦerzî beyi Seyit Süleymanın eşi hêcciyitÊmmê hanımın anısına.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri