Toplumların sıkıntılı ve hiç beklenmedik zamanlarında, Allah’ın bir lütfu olarak tarihte bazı düşünce adamları ve liderler ortaya çıkarako topluma yol göstermiş, bilgiyle, kültürle ve ahlaki değerlerle ışık tutmaya çalışarak o toplumun kurtuluşuna vesile olmuşlardır.
İnanç ve inanca göre yaşama, hayatımızın o yana bu yana sapmaması, kara düşünce ve niyetlerle çarpıtılmaması için, bir nirengi işareti, bir eksen ve bir denge çivisidir adeta. Bu inançla donanmış ve bunun gereğini yapan dava adamlarının, bir takım sınavlardan sonra toplumun önüne geçmeleri, daha önce açılmış kanal ve yolları genişleterek bir bulvar haline getirmeleri, elbette ki önemli ve takdire şayandır.
Cumhuriyet döneminin önemli aksiyon ve düşünce adamı Necip Fazıl, kültürlü, inançlı ve idealist bir neslin yetişmesinde, hemen yanı başında sabırlı, erdemli, fedakâr, bilgili ve ahlaklı bir insan olan Sezai Karakoç’u bulmuş ve onun desteğiyle yol alarak Büyük Doğu mecmuasının hazırlanmasında vesesini kitlelere duyurmasında büyük emeği geçmiştir zaman zaman.
Tarihte ses getiren ve 1952 yılında Malatya olayı diye kayıtlara geçen eylemde hapishaneye giren Necip Fazıl’ın, en büyük destekçisi, moral vericisi ve ziyaretçisi Sezai Karakoç olmuştur hep.
İnsan, büyük mevki ve makamlarda iken herkes ona dost ve yakınıdır. Fakat bu mevki ve makamdan- velev ki kendi arzusuyla ayrılmış olsa bile - yalnızlığa ve terk edilmişliğe mahkûmdur.
Büyük şair Nabi, kendi arzusuyla Musahip Mustafa Paşa’nın yanından ayrılması üzerine, dost ve arkadaşlarının vefasızlığını yaşar. Onu terk etmeleri karşısında ünlü “Kaside-i Azliyye” sini (makamdan ayrılma) kaleme alır ve duyguların şu şekilde dile getirir:
“ Kanı kendi kulunum deyu perestişler eden.
Eylemez yolda duçâr olsa bile redd-i selâm.
(Hani senin kulun ve kölenim diyen ve taparcasına sevenler, Şu anda yolda rastlasa senin verdiğin selamı bile almazlar)
Necip Fazıl’ın Malatya davası sürerken, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okumaktadır Karakoç. Şimdi kendisine kulak verelim: “Dava sürerken, bizim Haziran imtihanları çıka geldi. İki ders yazılı olup “eleme” adını taşıyordu. Bu iki dersten toplam 10 alan, diğer derslerden sözlü imtihanına girme hakkını elde ediyordu. Ben, imtihanlara girip versem, tatili geçirmek üzere eve gitmem gerekecek. İki yıl boyunca yeterli olan burs, artık kâfi gelmiyordu. Bu bakımdan, Ankara’da kalıp Üstadı (Necip Fazıl) yalnız bırakmamak, hapishanede ziyaret etmek, bir isteği olursa yerine getirmek, davayı takip etmek için, mutlaka bir iş bulmam lazımdı. Bir arkadaş tanıdığı müsteşardan tavsiye mektubu alarak, sınıfımızda birkaç arkadaşın ve benim inşaatla ilgili bir müdürlükte işe girmemizi sağladı. İşe girmek için “form” doldurduk. Sanırım, bu Amerikan âdetini ilk uygulayan müesseselerden biriydi orası. Referans istenmesini de ilk kez görüyorduk. Biz hepimiz, bizi tavsiye eden müsteşarı ve tanıdıkları referans olarak verdiğimiz halde, bir arkadaş, referans olarak Başbakan Adnan Menderes ve C.H.P (Cumhuriyet Halk Partisi) Genel Sekreteri Kasım Gülek’i yazmıştı. Müdür o arkadaşı çağırmış, “kendilerine sorabiliriz” demişti. O da “sorunuz” demiş. Böylece işe girdik. Gece saat 12’lere kadar çalışıyorduk. İş yüzünden sözlülere girmedim.
Pazar günleri de Üstadı ziyarete gidiyordum. Bir buçuk ay kadar orada çalıştım. Boş zamanlarda kitap okuyordum. Şef, arkadaşlarla fazla samimi bir hava içindeydi. Benim bu havanın dışında olmam yadırganıyordu bazılarınca. Ama yine de çalışmalarımız sürüp giderken, Menderes'i, Kasım Gülek’i referans veren ve solcu olan sınıf arkadaşımız, şefe benim Necip Fazıl'ı hapishanede ziyaret ettiğimi söylemiş. Bu, bir nevi ihbardı. O zamanın zihniyetine göre benim bu hareketim korkunç bir şeydi. Şef bana, adeta sararmış bir şekilde: “Sen Necip Fazıl'ın hapishanede ziyaret ediyormuşsun. Müdüre söyleyeceğim. Burada çalışamazsın”. Neden çalışamayacağı mı sordum. “Burada NATO'ya ait havaalanları projelerini çoğaltıyoruz. Siz Necip Fazıl'la Rusya'ya satabilirsiniz.”
Demez mi? Çok canım sıkıldı. Kendilerinin vatanı satabileceğini, bizimse vatan için ölebileceğimizi söyledim. Hemen istifa dilekçemi yazdım. İkimiz konuşarak müdür odasında nefes nefese beraberce girdik. O daha bir şey söylemeden, “burada bu gibi kişilerle çalışamayacağım” diyerek istifa dilekçemi verip çıktım. Böylece hem imtihanlara girememiş hem de işsiz kalmış oldum. Sonradan orda çalışan arkadaşlar gece mesailerini de aldılar. Benim o hakkımda yandı. Bir buçuk ay kadar çalışmıştım orada. Sabahları herkes işe giderken biz Kavaklıdere'den eve doğru giderdik.
Yaz boyunca da hapishane ve mahkemeye gidip Üstadı izledim. Bir gün hapishane ziyaretinde nasılsa bir kavgaya karışmış Osman Yüksel'in yara bere içinde kaldığını gördüm. Psikolojileri oldukça bozuktu hapishanedekilerin. Anlaşılıyordu ki en ufak bir ihtilaf, mahkûmların bir kavgasına bile yarışmalarına sebep olabiliyorsun.”
Büyük şair ve dava adamı olmak, pek de kolay değildir. Çeşitli sınavlardan geçmeyi gerektiriyor bu durum. Karakoç, tüm bu sınavları başarıyla geçmiş ve insanların gözünde bağlılık ve vefanın bir örneği olmuştur her zaman...