TÜİK tarafından yapılan ‘Yaşam Memnuniyet Araştırması’ sonuçlarına göre, Diyarbakır’da mutsuzların il nüfusuna oranını yüzde 24,75 açıkladı ve Türkiye’nin en mutsuz ili sıralamasında ilk sırada gösterdi!
Her ne kadar TÜİK, tartışmalı enflasyon verileriyle sürekli gündemleşse de resmi veri olarak kullanmakta bir behis yok.
İlk 10’a giren diğer şehirler de Doğu ve Güneydoğu’dan. Araya kaynak yapan Osmaniye’yi saymazsak Tunceli, Urfa, Mardin, Muş, Bitlis, Batman, Osmaniye, Ağrı, Kars hepsi bölge illeri.
Verilere göre, bölgeden uzaklaştıkça mutsuzluk da azalıyor.
Mutsuzluk bu coğrafyanın kaderi mi ya da genel olarak coğrafyadaki mutsuzluğun sebebi ne?
Pandemi, ekonomik kriz, küresel ısınma (seller, yangınlar, kuraklık…), komşularımızdaki (bize etki eden) savaş halleri mi?
Bunlar yeterli sebepler sanırım.
Ancak, insanların zihin sağlığına etki eden daha başka etkenler de var bölgede.
Ne olduğu ve daha neler olacağıyla ilgili şimdiye, geleceğe dair her türden yaygın kaygılar.
40’lı, 50’li yaşlardaki insanların belleğindeki şehrin bölgenin acılarının geçmişi hala hafızalarımızda.
Kökü 80’lere 90’lara uzanan süreçteki travmalar kadar; hepi topu 5-6 yılda bölgede yaşam merkezlerinde yaşanan çatışmalar, insani kayıplar, iç göç ve sonrasındaki kentsel dönüşüm üzerinden yaşanan ve hala devam eden yeniden inşa süreci tazeliğini koruyan bir travma halidir sanırım.
Bizim Sur’da gördüklerimiz, görmediklerimiz, anladıklarımız, anlamlandıramadıklarımız, söylediklerimiz, içimize attıklarımız bilcümle öncesi ve sonrası bile tek başına bir travmatik süreç.
Kaşlarımızı çattığımız, kederlerimizi bile doyasıya yaşayamadığımız, haykıramadıklarımız, yaslarını tutamadıklarımız, ölülerimiz, sağlarımız, sağımız, solumuz, inancımız hepsi normalin çok üstünde bir anormallikle yaşandı…
5-6 yıllık zaman diliminde birçok duygumuz patozdan geçti adeta…
Peki, düzeliyor muyuz?
Caddeler, sokaklar yenileniyor, binlerce aracın geçtiği geniş yollar, bulvarlar, çok katlı yapılaşmalar, çatışmalı süreçte yıkılan sokaklar yeniden inşa ediliyor, değişen kent dokusu; kafelere dönüşen evler, tarihi mekanlara yapılan fiziki müdahalelerle direnemeden, değişime ayak uydurmaya çalışıyor kent ve insanlar.
Yerli-yabancı turistler, otellerin doluluk oranları, artan ihracat rakamlarıyla ölçümlenen ekonomik refahla yeterli gelmiyor mu mutsuzluğu aşmaya?
Sanırım TÜİK rakamları yetmediğini söylüyor; aşamıyoruz bu toplumsal travmayı.
Gazetemize konuşan ve travmaların kolektif bellekte çok uzun süre durduğunu vurgulayan Klinik Psikolog Duygu Berekatoğlu da benzer beyanlarda bulunmuş ve Diyarbakır’ın travma kenti haline geldiğini anlatmış: Bu olayların unutulması zaman alır. Tahir Elçi cinayeti, Sur olayları, kadın cinayetleri, bölgedeki intihar vakaları, zorla yerinden edilmeler, kayıplar, mutsuzluğun önemli bileşenleri arasında yer alıyor. Bu veri sonrası bölgede sosyal devlet ilkesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Eğer bununla ilgili iyileştirme çalışmaları yapılmayacaksa, bu verinin şehir kategorize etmek etiketlemek dışında bir faydası olmaz”
Başta söylediğimi dikte edeyim; bölgeden uzaklaştıkça mutsuzluk azalıyor.
Neden mi? uzmanın söylediği gibi, “şehir kategorize etmek etiketlemek dışında bir faydası olmuyor yapılanların…