Diyarbakır hızla büyüyor; merkezden ilçelere doğru sınırları zorlayan bir genişleme var ve bu büyüme, kentle ilgili gerek alt yapı gerekse üst yapıda sorunların sınırlarını da zorluyor.
İnsan doğasını zorlayan, sürekli bir büyüme telaşı var.
Bu gereksiz büyüme sanki zorunluluk gibi dayatılıyor insanlara.
Şehir ve toplumsal sosyolojisi insan ekseninden öte kazanç eksenli bir anlayışla yapılıyor.
Geniş yollar, dikey yapılaşma, insan ve araç sirkülasyonu ve üstüne üstlük hayat pahalılığı.
Motorine yapılan onca zamma rağmen tek kişilik araçlarda gereksiz bir trafik yoğunluğu var, toplu taşıma sanki bu anlayışı destekleyen bir anlayışla geri plana itiliyor.
Ne kadar çok araç o kadar çok yakıt tüketimi, araç yoğunluğu ve hava ve gürültü kirliliği demek.
İnsana zıt anlayış; araçları daha korunur kılıyor. Binlerce araç sabahtan akşama asfalt ıaşındırıyor, yakıt harcıyor, şehri gürültüye ve kirliliğe boğuyor.
İdeal bir şehir tarifi yapmak gerekirse; insan fizyolojisini, psikolojisini zorlamayan en fazla 40—500 bin nüfuslu şehirler derim.
Kırsallar neredeyse boşaltılıp şehirler neden bu kadar cazip hale getiriliyor?
…
357.386 kilometrekareye sahip Almanya ile aşağı yukarı nüfusumuz aynı ama Almanya’da 15 milyonluk bir şehir göremezsiniz. Onlar nüfusu ve gelişmişliği ülkeye yaymışlar.
Biz de ise tam tersi bir durum söz konusu.
Diyarbakır da bu zıtlığın yansıması bir büyüme söz konusu.
Kırsallardan sürekli göç alan ama daha az göç veren kentteki orantısız büyüme; her ne kadar modern bir kent modeli ortaya çıkarmayı amaçlasa da ortaya çıkan görüntü bunun tam tersi.
İnsanları zorlayan bir irade ve dikey yapılaşmanın olduğu kente dışarıdan bir bakın isterseniz; kentin etrafını saran beton blokları göreceksiniz.
Kent artık insani yaşamı zorlayan ancak otomotiv, akaryakıt firmalarını ve yan sanayisini ihya eden bir kente dönüştürülüyor.
Sürekli sorun ve çözüm arayışının olduğu bir kısırdöngü.
Geniş caddeler insanlara değil araçlara hizmet ediyor aslında.
Ve bu düşüncenin yarattığı yeni arsa zenginleri, kara paracıları, baronları, bankaları ihya eden bir balon ekonomiyle ayakta kalmaya zorlanıyor.
Bu balon yakın ya da uzak gelecekte bir gün patlayacak ve geriye büyükçe enkaz bırakacak.
Tarih bunun örnekleriyle dolu.
Peki, insanlar bundan memnun mu?
Başka çare olmadığına ikna edilmiş, inandırılmış ve bu motivasyonla hipnotize edilmiş zorlama bir memnuniyet var.