Zindandan yeni çıkmıştım. Gördüğüm işkenceler, çektiğim eziyet ve zulümden yarı akıl hastası kıvamındaydım. Ailem ve akrabalar ilk günler yaşadığım travma nedeniyle ilgi ve sevgiyle yaklaşıyor ve ben istemediğim halde en güzel yemekleri önüme getirme çabası içine girmişlerdi.
Sonra yavaş yavaş dışarıda kıdemim artınca ilgi ve sevgi de baş aşağı yuvarlanıyor, artık çalışmam gerektiğini her fırsatta hissettiriyorlardı. Okulumdan atılmıştım, yani öğrencilik hayatından da kırmızı kart görmüştüm. Ne iş yapacaktım? hiç bir yeteneğim ve becerebileceğim bir iş yoktu. Tekerim patlak olduğu için bedeni bir iş bana göre değildi.
Akrabamız olan, Doksanlı yıllarda bir Kontra saldırısında katledilen rahmetli Şeyhmus Öncel Seyyar Satıcılar ve İşportacılar Dernek Başkanıydı. Diyarbakırda bu dernek ve Belediyenin işbirliği ile Bağlar, Ofis, Urfakapı ve Mardinkapı semtlerinde dört adet Sabit semt pazarı yapılmıştı. Her Pazarın içinde de Derneğe ait İdari binalar vardı. Bu akrabamızın çağırması ile Urfakapıdaki Merkezi Dernek binasında Muhasebeci olarak çalışmaya başladım. Özel bir oda ve bana ait çalışma masası vardı. Havam binbeşyüz olmuştu. Artık maaşlı bir memur olmuş gibi hissediyorum kendimi.. Zamanla bütün pazar esnafı ile de samimi olmuştum.
Odamda kışın gaz sobası kurulmuştu. Her taraf sıcacık olurdu. Sosyete manavı dediğimiz Salih dayı adını bile duymadığımız ithal meyveler satardı. Oldukça da zengin biriydi. Sebze ve Meyve Halinde komisyoncu dükkanı ve her pazar yerinde bir tezgahı vardı. Geceleri bir kaç muz sandığını donmasın diye benim odaya bırakıp, sabah alıp tezgahına götürüyordu.
Bir sabah odamı açtım Muz sandıklarını görünce canım çekti. 23 yaşıma kadar muz yememiş bir gariban olarak içimdeki provakatif hınzır şeytanın gazına gelerek sandıktan bir muz alıp yedim. Tadı çok hoşuma gitmişti. Bir, iki derken tam üç adet yemiş ve kabuklarını da özenle saklamıştım.
Artık her sabah rutin hale gelen bu muz hırsızlığım bir süre devam etti. Bir yandan da vicdanım ile savaşıyordum. Sonunda dayanamayıp söyledim. Hatta parasını vermeyi de teklif ettim. Salih dayı güldü. "Oğlum ben köyde gariban fakir bir ailenin çocuğuydum. Köye gelen çerçiler babamı tanıdıkları için bizim eve yemek yemeye gelirlerdi. Evimizin avlusuna getirdikleri arabalarından ben de hayatımda hiç yemediğim ve hep tadını merak ettiğim Lokumları çalardım." dediğinde iki hırsız karşılıklı kahkahalara boğulmuştuk.