Bu iftiraları Nazım Paşa” Bir Devrin Tarihi” adıyla Cumhuriyet Gazetesi’nin 1 Şubat 1932 tarihli sayısında yayınlar.
Oysaki Ziya Paşa, Klasik Osmanlı Şiiri’nin şair Baki ile olgunluk noktasına ulaştığını belirtir. Çünkü o, eski tarza belli bir ruh ve kişilik kazandırmış ve şiir, onun sayesinde bir şekle girmiştir. Bununla birlikte, deyimlerin de önemli ölçüde Baki’nin şiirinde yer aldığına işaretle asıl büyüklüğe ve tekâmüle Şair Nef’i ve Nabi gibi İstanbul’un dışından, yani taşradan gelen iki şair tarafından ulaşıldığına hayret ve hayranlıkla temas eder. Bunların dile hizmet ve âhengi sağlamada zirveye çıktıklarına inandığı için bu ifadeye yer verir Ziya Paşa…
Özellikle Nabi’nin gazellerinde kulağa hoş gelmeyen söz yoktur. Her deyimi, her ifadesi, sanki şeker gibi tatlıdır. Elinde kelimeler ve tamlamalar, mum gibi yumuşatılarak belli kalıplara dökülür.
Nabi’nin, çok anlam ifade eden şu beyti, hem ülkedeki aydınların ve hem de Üniversitedeki bazı hocaların, her telden çalan görüşlerine ayna tutması bakımından oldukça ilginçtir.
Suhan-i beyhudeden hoş gelür avaz-i hurus
Bari manasını bilmese hengâmını bilir.
(Kulağa horozun ötüşü, anlamsız sözden daha hoş gelir. Horoz, anlamını bilmese de hiç olmazsa ötme zamanını bilir ve ne vakit öteceğini belirler.)
Üniversitelerdeki hocaların, başka bir dünyaları vardır. Aslında üniversite, bir torna tezgâhı gibidir. Belli bir şekil ve kalıp alamayanlar, belli bir görüş ve düşünceyi benimsemeyenler, kendilerini bu alanın dışında buluverirler.
Üniversitede iki tip hoca vardır. Biri: Böbürlenmekten, gösterişten ve şaşaadan hoşlanan tiptir. Benim doktora tezimin konusu, “Erzurumlu İbrahim ve Marifetnâme’nin Tahlili” idi. Bu nedenle Erzurum Şairleri ile ilgili çalışması ve bir eseri bulunan İktisat Fakültesi Hocası Prof. Z. Fahri Fındıkoğlu’nun kütüphanesinin yararlanmak istemiştim. Hocanın asistanı Enis öksüz Bey idi. ( daha sonra profesör oldu ve bir ara Ulaştırma Bakanlığı’nı yapan kişi.) Bu konuda bana çok yardımcı olmuştu. İlginç bir hocaydı Fındıkoğlu…
Nurullah Ataç’ın bu hocayla ilgili enteresan bir tespiti bulunmaktadır. Nurullah Ataç, Profesör Fındıkoğlu için şöyle der: “Hasan Paşa fırınından bir poğaça alır, üstüne bir bardak da limonata içer, geceleyin yatağında kendi kendisiyle visale girer ve sabahleyin ‘dün gece sefahat yaptım’ diye el âleme caka satar.
İkinci tip profesörler ise, tevazu perdesi altında işi işportacılığa düşürmeden ve damping pazarına düşmeden hayatlarını sürdürenlerdir.
Abdülhak Şinasi Hisar’ın kıskançlıkla ilgili önemli bir gözlemi vardır. “Pek güzel kadınlar, yanlarındakini çirkin gösterir. Pek zeki bir adamın yanında diğerleri ahmak görünür. İyi bir terzinin elbiseleri yanında, ötekilerin bayağılığı sırıtır. Küçük yazarlar da yüksek yazıcılara eserlerinin yanında kendilerinkinin adiliği meydana çıktığı için düşman oluyorlar.