Diyarbakır’ın meşhurlarından Selim’i nam-ı diğer ‘Deli Selim’i yaşı 40’ın üzerinde olan Diyarbakırlılar tanır. Yeni nesil de kulaktan dolma söylencelerden bilir.
Geçtiğimiz gün Facebook’ta rastladığım bir paylaşımda bilinen söylencesi şöyle anlatılmış:
“Selim, Diyarbakır'ın bir köyündendir...
Köylerine çok yakın olan komşu köyde bir kızı sever, birbirlerine aşık olurlar, kızın anne ve babası kızı kendisine vereceği sözünü verirler, ama daha sonra vazgeçip kızı başka şehirde yaşayan birine verirler...
Aradan bir süre geçince Selim, yüreğinde kanayan sevda ateşine daha fazla direnemez, sevdiği kızı görmek için o şehre gider…
Bu sevdadan haberi olan kızın eşi ve akrabaları tarafından Selim, komalık edilinceye kadar dövülür.
Selim, hem fiziken hem kalben perişan bir halde köyüne döner.
Bu kez de olayı duyan kendi akrabaları tarafından azarlanır, horlanır...
Selim, günlerce evden çıkamaz ve içine kapanır.
Nihayetinde Selim, evden kaçıp Diyarbakır sokak ve caddelerinde yaşamaya başlar.. Aile ve akrabaları her seferinde alıp köye götürürler.
Ama Selim, köyünün her ağacında, her taşında, deresinde her köşesinde sevdiğiyle bir anısının bulunduğu bu köyde daha fazla duramaz ve bir daha dönmemek üzere Diyarbakır'ın cadde ve sokaklarını kendine mesken tutarak adeta kavuşamamanın sembolü olur.
Selim, ölene kadar aşkına sadık kalarak bir daha kimseyi sevemez ve sevdanın büyük gücü ile tüm zalimliklere, aşktan nasibini alamamışlara meydan okurcasına ölüme dimdik yürüdü ve kimseye boyun eğmeden ayakta ölmesini bildi.
Adının önüne kondurulan “deli”ye rağmen yıllarca Diyarbakır’ın sokaklarında ‘aşk ve aşık böyle olmalı” dedirtti.
…
Belki de aşka cesareti olmayanlar isminin önüne yakıştırdıkları ‘deli’ mahlasıyla kendi ayıplarını örtmek istediler.
Ya da kim bilir aşk için bu fazlasıyla normal (!) olmayan dünyada biraz da deli olmak gerek.
Aşığa mı deli derler, deliye mi aşık.
O yüzdendir ki aşk kendinin ormal gören insanlığın çok üstünde bir duygudur canlılara has…