Önümüzdeki yüzyıla utanç belgeleriyle yansıyacak olan 10 yılı aşkındır Arap coğrafyasında devam eden başta Arap halkını ve bu coğrafyada yaşayan tüm halkları hedef alan katliamlar hız kesmeden her gün daha tehlikeli evrelere evirilerek devam ediyor. Sorunlara çözüm üretmesi gereken dünya liderleri tam tersine sorun üreten kaynak haline gelmiştir.
Devletler arası ilişkiler, işbirliğinden çok kaosa dayalı güç gösterilerine sahne olmaktadır.
BM 73. Genel Kuruluna hitap eden Guterres, insanların siyasi kurumlara olan inancını kaybettiğine, kutuplaşma ve popülizmin arttığına dikkat çekerek ülkeler arasında iş birliğinin giderek daha zor hale geldiğini söyledi. Küresel yönetime olan güvenin kırılganlığına işaret ederek, 21. yüzyılın sorunlarının 20. yüzyılın kurum ve zihniyetini geride bıraktığını belirten Guterres, “Bugün, dünya düzeni oldukça kaotik. Güç ilişkileri karışık, evrensel değerler aşınıyor. Demokratik ilkeler kuşatma altında. Hukukun üstünlüğü zayıflıyor. Suçlular güçlü olunca suçlar cezasız kalıyor. Liderler ve devletler içeride ve uluslararası arenada sınırları zorlarken bir dizi paradoksla karşı karşıyayız. Çok uluslu sistem en fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemde tehlike altındadır.”
Bu değerlendirmelerin ışığında mevcut durumu değerlendirecek olursak;
ABD coğrafyamızda, İngiltere’nin en çirkin yöneticilerinden biri olan Cromer’in küstahça dile getirdigi, “Vesayet Altındaki Ulusların Yönetimi” adlı kitabında, “Dünyada bir Batılılar bir de Doğulular vardır. Birinciler hükmeder, hükmetmelidir. İkinciler ise hüküm altındadır ve boyun eğmelidir” tezini hiçbir kurala uyma zorunluluğu duymadan uygulamaya çalışıyor.
Sadece Ortadoğu’daki senaryolar değil petro-dolar siyasetine dayalı 73 yıllık ABD ve Suudi ittifakının temel dinamikleri de köklü değişimler geçirmektedir. Gelinen aşamada ABD, geçmişte olduğu gibi sadece CIA’nın örtülü operasyonlarının parasını değil artık Suriye, Irak, Afganistan, Libya ve Yemen’deki savaşların maliyetinin de Suudiler tarafından karşılanmasını istiyor. Bunu da alışılagelmiş yöntemlerle değil, Trump’ın Kral Selman’ı “Seni korumazsak o tahtta iki hafta kalamazsın” diyerek açıktan tehdit yoluyla sağlamaya çalışıyor.
ABD artık Ortadoğu’da mevcut vekil güçler üzerinden hegemonyasını devam ettiremeyeceğini,hatta bölgede varlık gösteremeyeceğini görmüş durumda. Bu nedenle bir yandan bölgede kendisine sorgusuz sualsiz bağlı, bağımlı aktörler oluşturmaya, diğer yandan daha fazla askeri üs açmaya ve bir diğer yandan da Suriye’ye kalıcı biçimde yerleşmeye çalışıyor. Ve bunu Rusya, İran ve Türkiye’ye karşı yapıyor.
“Kürt kartını” oynayarak ilk bakışta Kürtlerle Arapları, Türkleri ve İranlıları uzun yıllar sürecek bir çatışmaya sürüklemek istiyor. Bu çatışmalar sonucunda aynı coğrafyada yaşayan Kürtleri, Arapları, Süryanileri, Türkmenleri ve Türkleri birbirine kırdırtarak düşman kamplara ayırmayı hedeflemektedir. ABD’nin İran’ı sınırlandırmak adına Suudi Arabistan-BAE hattındaki Arapları İsrail ile aynı hatta birleştirme çabası bu çatışmayı daha şiddetli ve uzun zamana yayma amacını taşımaktadır.
Bu durum birçok Arap devletinin bütünlüğünü ve Arapların bu ülkelerdeki geleceğini de tehlikeye atıyor. ABD, bazı Arapları Irak ve Suriye Arapları aleyhine seferber ediyor. Bu senaryoları sadece bölgedeki Arap devletlerine karşı uygulamıyor. Hedefine bu coğrafyadaki Türkiye, İran ve tüm devletleri koyuyor.
Uzun sürecek bu çatışmalarda meydana gelecek katliam ve savaş suçlarına da yerel güçlerden oluşturduğu ve finansmanlarını Suudi Arabistan-BAE ödettirdiği güçleri hem mağdur hem de günah keçisi yapmayı planlıyor. Hem birbirini acımasızca katledecekler hem de katliamcı savaş suçluları konumuna düşecekler.
Bu güne kadar bu vekâlet savaşlarında ölen Arap sayısı milyonları, ölen Kürt sayısı on binleri bulmuş durumda. Göçler sebebiyle demografik yapı alt üst olmuş durumda. Böyle devam ederse bu coğrafyada ne Arap ne de Kürt kalacak. Ekonomik kayıplar ise hesaplanamaz boyutta.
Coğrafyamızda bu emperyalist olaylar yaşanırken, İslamcı siyasetin ve bazı sağ kesimlerin anti-emperyalist, anti-Amerikancı kesildiği günümüz siyasetine baktığımızda inanılması güç ama ABD’nin demokrasi savunucusu olduğu algısı ençok sol kesimde gözlenmektedir. Hatta ABD’nin emperyalist işgalci olarak bulunduğu komşumuzda sol savaşçılar ABD bayrağının dalgalandığı kamplarda konumlanmakta! Ya ben yanılıyorum, Ya sol ideoloji değişti, ya emperyalizmin veABD rejiminin Obama ve Tramp’ın uygulamaya koydukları politikalarla karakteri değişti ya da ortada bir hata var çünkü böyle bir panoramayı sol tarihinin hiçbir kesitinde görmek mümkün değil. Sol siyaset işgal altındaki halkların özgürlüğünden yana olmuş ve hep “işgalci güçler defol” sloganı altında birleşmiştir. Suriye’de ve coğrafyamızda yaşananlara baktığımızda olması gerekende budur.
Bölgede ABD ile işbirliği yaparak ona bu tür kaos politikalarını uygulamaya zemin hazırlayan devlet ve politik grupların, bölge halklarını yıkım, katliam ve istikrarsızlıklara mahkûm eden bu politikalarını gözden geçirmeleri ve kaos politikalarının işbirlikçileri olma konumlarından vazgeçmeleri gerekir.
Çözüm, filan emperyalist güçle ilişkim var onursuzluğuyla emperyalist güçlere halklarını bir yüzyıl daha esaret altına alacak, savaş suçlarının günah keçisi olacak devşirme politikalarında değil, tarihten ders çıkararak, kendi dinamiklerine dayanan politikalarla mümkündür. Kasapla kuzunun ortaklığı olamaz!