Bugün, dün ve önceki yıllarda yaşadığımız; kendi yaşatan sistemin gizli silahı ‘vasat’a gönderme.
Nedir vasat?
Vasatlığın İktidarı’nın yazarı Alain Deneault’un bunun üzerinde düşünmemizi sağlayan şeyler söylüyor: Bunlardan biri, vasatların en tipik özelliklerinden birinin kendileri için ve kendileri adına düşünen kimseler olmadıkları. Bu kişiler hep bir başkasına ve çoğunlukla da kendi üzerlerinde kabul ettikleri birilerine göre düşünürler. Bu bir insan da olabilir insan-üstü bir güç de. Kendine göre ve bağımsız düşünme vasatlığı sarsan bir etkide bulunuyor. Vasat kimse kendi adına düşündüğü anda, büyük bir güvensizlik ve tedirginlik duymaya başlıyor hatta korkuya kapılarak panikliyor. Hızla dayanacak sarsılmaz bir kaynak arıyor ve genellikle de buluyor. Bu kişiler yazı yazıyorsa sürekli bir otosansür uyguluyor, bürokratsa “evet efendimci” oluyor ve en kötüsü bir siyasetçi ise sarsılmaz bir ideoloğa dönüşüyor. Bu kimseler, içi boşalmış bir gücün tesiri altında kendilerini hem çok güçlü hem de çok zayıf hissedebiliyorlar. Denault’un akademisyenler için söylediğinde genel bir hakikat de yatıyor bu yüzden: “Mesleklerinde ilerleme amaçları doğrultusunda, düşünme güçlerini ve stratejilerini belirleyen daha üst bir yetkeye devrederler. Otosansür zorunludur ve ustaca bir numara olarak sunulmalıdır.”
Devamında Alain Deneault; “Vasatlık bir yetersizlik değil “yeterlilik” sorunudur. Vasat kişiler, hayatın değişmezliğine inanan ve dolayısıyla büyük amaçların gerçekleştirilemez olduğunu düşünen kimseler oldukları için insanlar arasında bir yetenek farkı görmezler. Herkes ortalamada eşitlenmeli, sıradanlık öne çıkabilecek bir özelliğe dönüşmelidir. Peter prensibi tam da bu düşüncede varlık bularak “Ortalama yeterlilik düzeylerindeki insanların hem fazla yeterlileri hem de yetersizleri bir kenara iterek güç konumlarına yükselmelerine yardım eder.” Burada yeterliler kadar yetersizler de kenara itildiğinden bu durum yaratılan yanılsamanın güç kazanmasına ve fazla yeterlilerin saf dışı edilmesinin güçlü şekilde meşrulaştırılmasına yarar” diyor.
Cesur Yürek’teki o sahneyi bir kez daha geriye saralım; Wallace “af dilemiş” olsa, idamı izleyen o insanları “vasat”da kalma mücadelsine yenik düşecekti. Wallace, Tahta Bacak’ın daha iyi bir ölüm vaadini (düşünsenize kim istemez o şartlarda acısız bir ölümü) geri çevirerek, izleyicilere bulundukları pozisyonu sorgulatıyor.
Ve aşk…
Çocukluk aşkı Murron'un mendili, aşkın olduğu kadar “özgürlüğün” de simgesi oluyor.
Özgürlüğün, yaşama hakkının sanki büyük bir ayrıcalıkmış gibi verilmesi değil, bunu iddia edenlere boyun eğmeme olduğunu anlatan film, özellikle kendimizi özgür sandığımız anlarda yeniden izlediğimizde gerçek özgürlüğün ne olduğunu gösterip kendi masalımızı “sonsuza dek özgür kaldılar” cümlesiyle bitirmemize yardımcı olacaktır. (SON)