Ahmet Baran yazdı: 3.Mektup 3.Bölüm

“Bugün seni görmek için pencerenin altında saatlerce bekledim. Kimi pencereler karanlığa gömülmüşken senin odanı aydınlatan loş bir ışık vardı....

“Bugün seni görmek için pencerenin altında saatlerce bekledim. Kimi pencereler karanlığa gömülmüşken senin odanı aydınlatan loş bir ışık vardı. Orada olduğunu bilmek bana huzur veriyordu. Siyahlaşmış gökyüzünün ortasında sarsılmadan duran ay dikkatimi çekmeyi başarmıştı, bana seni hatırlatıyordu. Seni ilk gördüğüm ay gibi parlayan simanı, senin beni fark etmediğin gibi geceyi aydınlatan ay benden ümidi kesmişçesine yüzüme bakmıyordu. Ben gökyüzünde asılı duran bu devasa ışık kaynağına ilk defa böyle güzel bakıyordum, senin yüzüne bakıyormuş gibi… Belki de karanlığı yaran sokak lambaları onu görmemi engellemiştir. Yoksa onu fark edebilmem için seni mi görmem gerekiyordu? Bilmiyorum.

Odanın içerisinde,duvarda belli belirsiz hareketlilik oluştu. Seni görebilmemin etkisiyle hareketlenmiştim.Duvara yansıyan hareketlilik ışığın kaybolmasıyla karanlığa gömülmüştü, karanlığı hüküm sürdüğü odadan seni görme ümidiyle biraz daha bekledim. Ahşap çerçeveli pencerenden gözlerimi ayırmadan dikkat kesilmiş izliyordum. Sanki başka yöne baktığım vakit sen çıkacakmışsın ve seni göremeyeceğim korkusunu yaşıyordum. Heyecanın bende yarattığı nefessizlik dudaklarımı kurutmuştu, dakikalarca bekledim. Çıkmayacağından emin olmuştum, artık kendimi kandıramıyordum. Umudum tükenmişti, umudum kendini üzüntüye bırakmıştı, ne tuhaf bir duygu üzüntü denilen illet, yakana yapıştı mı bir türlü bırakmıyor. Umudum, güneşe maruz kalmış bir buz parçası gibi eriyip buhar olmuştu. Seni görebilmeminumudu çekip giderken, seni görmemenin üzüntüsü tüm vücudumu sarmıştı.

Sarı sokak lambalarının altında beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan gölgemle beraber yürüyordum. Muhtemelen karşımda beni gören gözler yalpalanarak zor bir güçle yürüdüğümü görecekler. Benden uzaklaşıp yaklaşmak istemeyecekler. Benden tedirgin olacaklar, korkacaklar. Oysa ben hülyalara dalmış yürüyorum. Onlar beni kanımda dolaşan alkolün etkisiyle sarhoş zannedecekler. Ben onların yüzüne doğru “ben aşk sarhoşuyum.” diye haykırmak istiyorum, çünkü insan ön yargılı düşünceye sahiptir. Bir şeyin aslını bilmeden kendi oluşturdukları senaryolardan korkar.Çünkü insan korkak bir mahluktur. Tıpkı benim korkaklık gösterip karşınıza çıkmamam gibi…”

02.03.1992

02.36

Öylece elimde tutuğum kağıt parçasına bakınırken, gözlerimden akan göz yaşlarım beni derin bir uykudan uyandırırcasına sarsmıştı. Gözlerimden akan yaş son satırların altına atılmış bir imza gibi düşmüştü. Acılarının sebebi bendim, benim yüzümden acı çekiyordu.Serzenişlerime hakim olamıyordum. Ne gözümden akan yaşa ne de içimde kopan fırtınalara söz geçirmeye gücüm kuvvetim vardı. Üzüntünün bende oluşturduğu güçsüzlükle kendimi öylece bıraktım. Gözlerimden akan yaş yanaklarımda kurumuştu, artık akmıyordu.

Aynada gördüğüm ben miydim? Yorgun gözlerimi yansıtan karşımdaki aynadan kendimi ilk defa bu kadar bitkin görüyordum. Rengarenk çiçeklerin canlılığını yitirmiş gibi bana bakıyordu. İçimdeki kor alev bedenimi de sarmıştı. Soğuk suyun yüzüme çarpan serinliğini tüm vücudumda hissedebiliyordum. Yüzümde oluşturduğum sahte gülümsemeyle annemin yanına gittim. Sofrayı hazırlamasına yadım ettim. İştahsız birkaç lokmadan sonra sofrayı toparladık tekrardan odama geçmiştim.

Odamdaki karanlığı aydınlatmak için masa lambamı açmıştım, karanlığa gömülmek istercesine buruk bir aydınlığı vardı. Odamın havası o kadar boğuyordu ki beni, soluk almam zorlaşıyordu. Dışardan esen hafif esintinin odamın kasvetli havasını değiştirmesi için penceremi ardına kadar açmıştım. Saatlerce penceremin altında beklediği o vakitler aklıma gelmişti, bende onu görmek ümidiyle bekledimpenceremden esen hafif rüzgarın eşliğiyle. Tüm ihtişamıyla beyazlığın içerisinde uzaktan kül rengi gibi görülen, yakından aldığı darbelerle üzerinde çukurlar oluşan aya baktım. O aya baktığında beni gördüğünü yazmıştı. Ben onu göremedim. Çünkü o kendini benden saklamıştı, mahrum etmişti. Şimdi o aya baksa beni görebilecekken ben yaralı ayın üzerindeki aldığı darbeleri görecektim.

O gece saatlerce bekledim, onu anlamak istercesine saatlerce bekledim. Bir an olsun görebilme umudununonun tabiriyle “güneşe maruz kalmış bir buz parçası gibi” nasıl eridiğini hissedebilmek için bekledim. Odamı aydınlatan buruk aydınlık ışığı kapatmadım. Belki gelir ümidiyle onu karanlıkta bırakmak istemedim. Uyumak için değil, düşüncelerimi toparlamak için girdiğim yatağımda, bir süre sonra kendimden geçmiş, uykunun mahmurluğuna yenik düşmüştüm.

Bir dakikalık uykudan uyanmış gibi alışık olmadığım bir ağırlığı üzerimde hissederek uyandım. Odamı aydınlatmak isteyen güneş, örtük perdemle cebelleşiyordu. Her gün penceremden içeriye aldığım gün ışığını bugün almak istemedim. Bir sonraki sabaha kadar tekrar uyumak istedim.

Sağıma yatmış penceremi izliyordum. Kurduğum alarm daldığım noktadan dikkatimi kendine çekmişti. Her gün uyandığım saatten daha erken uyandığımı o dakikada fark ettim. Dün geceyi hatırladım. Saatlerce beklediğim penceremden geç bir saate yatağıma girmiştim.

Öylece yatmak beni daha çok yoracaktı. İlk işim esir alınan gün ışığını kurtarmaktı, örtük perdemden. Zorda olsa yorgun bedenimi doğrultmuş, ayaklarımı soğuk betona basmıştım. Özgürlüğe kavuşan taze gün ışığı gözlerimi kamaştırarak açmamı engelliyordu. Cıvıl, cıvıl kuşlara eşlik eden taze esintinin gecenin kötü nefesini alıp götürmesi için penceremi açmıştım. Yüzüme esen serinletici taze oksijeni burnumdan soludum, göğsümde bir süre beklettikten sonra özgürlüğüne kavuşması için tekrardan onu serbest bıraktım. Vücudumun sıcaklığını esen hafif esintiden ve çıplak ayaklarımın bastı soğuk zeminden hissedebiliyordum. O anda soğuk suyun beni kendime getireceğinden emin olmuş bir şekilde banyoya yöneldim. Tenime çarpan soğuk su taneciklerinin etkisiyle akan suyun altında hareketsizce bekledim. Beynimi kemiren düşüncelere dalmıştım. Lacivert mürekkeple kirletilmiş meçhul kağıtlar hayatımı değiştirmişti. Bir parça kağıttan ibaretti ama duygularımı tarumar etmeye yetmişti.

Açık bıraktığım penceremden mis gibi bir hava ufak esintilerle doluşmuştu odama. Bugün evden çıkmak istemedim, dört duvar arasında yorgun bedenimin sözünü dinledim. Annem şaşırmış olsa da iyi gibi gözükmekten başka bir çarem yoktu.

Hiçbir şey yapmadan dört duvar arasına sığınmak beni daha çok yormuştu. Uyuşukluk, tembellik… Bana göre değildi, hareketliliği seviyordum.Solgun yüzüme canlılık maskesi, yorgun bedenime sahte bir hareketlilik katmak istedim, başarılı olamadım ama denemekten vazgeçmedim.

Her gün gidip geldiğimiz yol gibi tekrar ettiğimiz her şey bir süre sonra alışkanlık kazanır. Alışkanlıklarımız farkındalığımızı kaybetmemizi ve hayret duygumuzu körleştirdiğine inanırım. Bisiklet sürmek gibi: ilk zamanlar zorlansak ta bir süre sonra ellerimizi kullanmadan sürmeye başlarız ya daaraba kullanırken felsefe tartışmak gibi…

Bugün biraz değişiklik yapmak istedim, aslında beynimi kemiren düşüncelerimden az da olsa uzaklaşmak istediğimden, çevremde olan biten her şeye dikkat kesilmek, geçtiğim yollarda daha önce fark etmediğim şeyleri fark etmek istedim. İlk defa görüyormuş gibi bakabilmekle alakalı bir durum. Daha önce fark etmediğim, göremediğim çok şey varmış, şaşkınlık duymamak elimde değildi. İçinde bulunduğum düşünceler ışığında okuduğum bir kitaptan bir bölüm aklıma geldi;

“İyi bir filozof olmak için gereksindiğimiz tek şey hayret etme yeteneğimizdir.”

İçinde bulunduğum düşünceden kendimi kurtarmam lazımdı, kütüphaneye varmıştım en azından şimdilik derin derin analiz edemezdim.

Raflarda sararmış kağıt kokularını, kitaplarda kaybolan özgür düşünceleri, kısık sesle tartışan kütüphane ahalisini bir süre gözetledikten sonra içten bir selam verdim vearkadaşlarımın bulunduğu masaya yönelerek, çektiğim iskemleye oturdum. Düşüncelerimden kurtulduğumu, cansız yüzüme canlı bir maske takmayı başarırcasına tebessüm ettiğimin farkındaydım. Ta ki adıma bir mektubun geldiği haberini alana kadar. O an sevmenin bana göre olmadığını anlamıştım. Bu illet sürekli umut ve üzüntüden başka bir şey yaratmıyordu. Hayatımı güzelleştirmek yerine daha çok tahribat oluşturuyordu.

Masa lambamın loş ışığı altında okumak istediğimden, çantama sıkıştırmıştım aldığım mektubu, günlerce beklediğim mektuba karşı sabretmek ne kadar zor olsa da alışacaktım. Eve geldiğim gibi odama geçmiştim. Kıyafetlerimi değiştirmeden öylece oturdum, sırdaşım olan masa lambanın atında açtığım mektupta şöyle yazıyordu; (Devam Edecek)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri