Peki, çözüm ne? Var mı umuda dair iki kelamımız?
Elbette var ve hep olacak inşallah. Zira bir yüzümüz hep umuda dönük. Aralanan irfan kapısı başka birine gebedir çünkü ve dembedem dönüşmekte olan kalplerimiz bir halden diğerine inkılap eder sürekli.
Kimsesizlerin bayramı, mahzunların mutluluğu, dertlilerin dermanı, kalbi kırıkların dostu, dizlerinde takat kalmayanların çalacak kapısı olmak istiyorsak, yeryüzünün yalnızca mazlumlarının yüzünü güldürmekle yetinmeyerek zulümlerine engel olup zalimlerin dahi kendisine muhtaç olduğu adaleti inşa etmek zorundayız.
Başka?
Görmenin gözle, konuşmanın dudakla, duymanın kulakla, yürümenin sadece ayakla olmayacağını sezinlemek, artık gözsüz görmenin nasıl'ını, dudaksız konuşmanın niye'sini, sözün kulaksız duyulanını, yolun ayaksız yürünenini bulmak; eylem ve söylemlerimizi birbirine uydurmak zorundayız.
Başta kendi nefsim ilkin kendimizi inşa ederek dilimizle değil halimizle sabrı ve hakkı tavsiye eden bir nasihat; asra yemin edenin hatırına işleyeceğimiz salih amellerle insanların hüsranına perde olmalıyız. İnsanlar ortaya koyacağımız amellerle sırf kendisi için yaşamanın ölmekten beter olduğunu anlamalı ki; bir başkası yaşasın, dirilsin, diriltsin diye ölebilmenin yaşamaktan güzel olduğunu fark edebilsin.
Bunu da; sulhu tesis eden ihlas sahibi salihler, hakikate şahitlik edip can dahil tüm varlarından geçen şehitler, hakikati davranışlarıyla doğrulayan sıddıklar ve bunların hepsine Allah’tan geleni ihsan etmekle yükümlü olan kandil misali Nebileri yoldaş ederek başarabiliriz.
Evet, her dem yeni bir iş ve oluşta olan, kalpleri evirip çeviren Rahman; hak ile batılı ayırmak, hal ile kâli eşitlemek, dillerdekinin kalplere inip inmediğini sınamak için kullarını çetin imtihanlara tabi tutuyor ama yazık ki birçoğu böylece kayıp gidiyor. Zira kılıçtan keskin, kıldan ince olan insan kalabilme mücadelesinde aklın abdesti ilimle alınıyor, gönlün abdesti ise aşk ve teslimiyetle.
Belki de asıl mesele bu abdestin sağlayacağı teslimiyetle nefes alıp verir bir haldeyken yani can henüz tendeyken Ya’sin Süresi’nden nasip bulup aklen, ruhen, kalben dirilerek diriltmeyi ve böylece emaneti asıl sahibine teslim ettikten sonra arkasından Ya’sin okunan toprak altındaki dirilerden kılına bilme meselesi.
Öyleya; kul rahmeti öncelerse onun en çok neye muhtaç olduğunu en iyi şekilde bilen Allah, bu haceti giderecek tecelliyle icabet eder elbet. Ancak verilmiş olana vefa göstermenin gelecek olan nimetler için başlı başına bir davet sayılacağını unutmamak şartıyla. Zira geniş zamanlarda ekilmeyen tohumların kış ortasında meyve vermesini beklemek hayal perestlik olur.
Müebbet muhabbetle… (SON)