Mim Yavuz BİNBAY
Uzun bir süredir Pentagon'u özel bir orduya çeviren ABD stratejileri, bir bakıma askeri-endüstriyel kompleksi militaristleşen kapitalizm Stratejisi’nde son aşamayı temsil ediyor. R.Maddow’un Amerikan Askeri Gücü'nün İpini Koparması" kitabında dile getirdiği gibi ABD ulusal savunma konsepti son yıllarda radikal değişimelere uğradı ve Amerikan ordusu artık dünyaya güvenlik hizmeti sunan paralı özel bir şirkete dönüştü.
ABD sonrası Suriye'nin alacağı şekil bir bakıma küresel jeo-politikayı da belirleyecek gibi görünüyor. Bu anlamda Suriye'den çekilme kararı “terör ile savaşa” dayalı 18 yıllık stratejiyi kökten değiştirecek.
Arap-İslam dünyasına İsrail'in merceğinden bakan neo-conların yaklaşımları ile Suudi parasına dayalı savaş siyasetini destekleyen liberal şahinlerin bütün stratejilerinin tersineTrump, Ortadoğu siyasetinde üçüncü yolu temsil ediyor. O yol da “Önce Amerika” doktrinidir.
Eli zayıf olduğu için iki yıldır savaş lobisine boyun eğen ABD Başkanı biraz güçlenir güçlenmez ilk olarak generallerle yaptığı mantık evliliğini bitirdi. Sırasıyla kabinesindeki sürekli radikal değişiklikler yaptı. Trump'ın asıl hedefi İran açılımı ile S. Arabistan, İsrail ve Türkiye'yi 'bypass' eden Barack Obama'nın kaos siyasetini tersine çevirerek barışçı lider imajıyla kendini sağlama almaktı.Trump, Suriye'den çekilme ile aslında teröre karşı savaşın da bittiğini duyurarak seçimlere Obama döneminin politikalarının gölgesinden kurtularak ellini güçlendirmek istiyor.
Eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif el-Merzuki, Arap halklarının ABD’nin stratejileri ile ilgili "ABD yönetiminin bölgede dost veya müttefik değil tebaa arayışında olduğunu" söyledi.
1882'den beri Mısır'ı elinde bulunduran İngiltere I. Dünya Savaşı'ndan sonra bugünkü Irak, Ürdün, Filistin, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'ı kapsayan ülkelere el koydu, Fransa da Kuzey Afrika'nın büyük bölümüyle Lübnan ve Suriye'yi kontrol altına aldı.
- Dünya Savaşı'ndan sonra ise İngiltere ve Fransa'nın yerine ABD geçti.1949'da Suriye'de CIA'nın desteğiyle gerçekleşen ilk askeri darbenin ardından 1953'te de yine bir CIA operasyonu sonucu İran Başbakanı Musaddık devrildi.Böylece ABD'nin Ortadoğu'da temel stratejisi olan darbeci ve işgalci kirli politikası başlamış oldu.
Bu kanlı tezgâhın son örnekleri Irak lideri Saddam'ın 2006'da asılması, Libya lideri Kaddafi'nin 2011 yılında devrilmesi, halkın oyuyla seçilen Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'nin 2013'te iktidardan indirilmesi ile Afganistan, Lübnan, Suriye ve Yemen'de devreye sokulan iç savaşlardır.
Neredeyse 70 yıldır ABD ile Avrupalı müttefikleri, kontrol edemedikleri hükümetleri ya dışarıdan müdahale ve işgallerle ya da içeriden sokak hareketleri ve askeri darbelerle alaşağı etti.Bir asırdır demokratik kurumların işleyişini baltalayıp var güçleriyle kronikleşen iç savaşlara odun taşıdılar.Cezayir, Filistin, Mısır, Türkiye ve diğer ülkelerdeki seçim sonuçlarını kabullenmediler.
Kirli emelleri için DEAŞ, El Kaide vb. terör örgütlerini kurup beslediler.Böylece Fas'tan Basra Körfezi'ne Nijerya'dan Afganistan'a uzanan İslam coğrafyasını kelimenin tam anlamıyla başarısız devletler çöplüğüne ve ölüm tarlalarına çevirdiler.Boyun eğmeyen liderleri ise ya Erbakan, Mursi, Musaddık veya Allende gibi darbeyle devirdiler. Ya Menderes, Kaddafi, Saddam ve Kongolu lider Lumumba gibi öldürdüler. Ya Chavez veya Özal gibi 'doğal yollarla' tasfiye ettiler. Ya da Castro gibi ehlileştirdiler.
Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere Batı dışı dünyada görmeye alıştığımız siyasi kaos, iç savaş, ekonomik karmaşa ve sosyal çatışmalar artık Avrupa ve ABD'nin de rutini haline gelmeye başladı. ABD, II. Dünya Savaşı'ndan sonra inşa ettiği dünya düzenini kendi eliyle yıkarken post modern bir masal olarak başlayan Avrupa Birliği (AB) projesi ise giderek bir kâbusa dönüşüyor.
Geldiğimiz aşamada bir kriz üretim merkezine dönüşen ABD artık dünya için asıl tehdit konumuna yükselmiş durumda.
Türkiye'nin öncülüğünde BM'den çıkan Kudüs kararı ABD'nin uluslararası arenada iyice yalnızlaştığının en net resmiydi. Ortadoğu politikaları iflas eden, Suriye'de istediği düzeni kuramayan ABD'yi Afrin Operasyonu daha da çıkmaza soktu. Anlaşıldı ki ABD artık dünya sahnesinde oyun kurucu olamıyor. Bunun sebeplerinden biri de 10-15 yıldır dünya nazarında kaybettiği itibarıdır.
ABD'nin dünyanın geleceğiyle ilgili söylemlerinin artık samimi bir noktada olmadığıyla ilgili gerçekler tüm dünyaya mal oldu. Diğer devletler artık, ABD’nin 2. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturduğu küresel ekonomik sistemin erozyona uğradığını vetükendiğini düşünüyor. Böyle bir ortamda ne demokrasiden ne insan haklarından söz edilebilir. Bu vesileyle ABD şu anda 50 yıldan bu yana dünyaya sahip olduğunu iddia ettiği etkin gücüyle ilgili büyük bir itibar kaybı yaşıyor. Bu itibar kaybı ABD açısından pek çok travmayı beraberinde getiriyor. Hatta politik ve ekonomik istikrarlarını korumakta bile çok zorlandıkları bir dönem yaşıyorlar.
Trump, 18 Aralıkta Amerikan Kongresi'ne sunduğu Ulusal Güvenlik Stratejisi raporunda Çin ve Rusya'yı ABD'nin menfaatleri açısından risk oluşturan en büyük iki aktör olarak açıkladı ve bir anlamda yeni çok kutuplu soğuk savaş döneminin başladığını ilan etti. ABD’nin göremediği veya saklamaya çalıştığı, birinci Soğuk Savaş dönemine girildiğinde dünya ekonomisinde ve siyasetinde hâkimiyet sahibi, yaptırımcı gücünü etkin kullanan bir devlet iken şimdi böylesi bir yaptırımcı güce sahip olmamasıdır. Çünkü demokrasi ve insan haklarını, göçmenlerin haklarını koruduğuna dair iddiaların tümünü kaybetmiş durumda. Meksika ile arasına duvar örmekten, göçmenleri geri göndermekten ve yeşil kartı kaldırmaktan söz ediyor. Bu nedenle ikinci Soğuk Savaş dönemine ilkine oranla elindeki imkânların çoğundan yoksun bir biçimde giriyor. ABD için bütçe açığı büyük bir travma. ABD dünyada adeta yalnızlığa oynuyor ve hiçbir ülkenin ABD'ye inancı kalmadı. ABD izlediği tüm askeri ve istihbarat operasyonları ile müttefiklerini karşısına aldı. ABD kibriyle kendini o kadar dayattı ki, bu kibir onu yalnızlığa mahkûm etti.
Yazınınuzaması sebebiyle ittifaklar konusuna bir sonraki yazımda değineceğim. (SON)