Ağaran uzun gümüşi saçları alacakaranlıkta ay ışığı gibi parlıyordu. Kırmızı kiremit evlerin ortasında kalan taş yapılı tarihi evin avlusunda, tek başına duruyor gibiydi. Çünkü etrafında kimseler görünmüyordu.
Kapıdan bir kaç adım atarak avluya gitmeye çalıştı.
Yapamadı.
Tarihi kara taşlardan yapılı avlulu eve tarifi zor ağır bir hüzün çökmüştü.
Neden orada bir başına duruyordu?
Neden diğerleri gelmemişti ?
Bu yalnızlık nasıl çözülecekti?
Oysa sosyal medyada burada onunla kitlesel olarak buluşulacağı yazılıyordu. Tüm sosyal medya adreslerinde, ona yüzlerce kişi, değişik emojinlerle “Hoş geldin!” diye yazmıştı.
Ve onunla ilgili paylaşımlar binlerce beğeni almıştı.
Sosyal medyaya göre buranın şimdi tıklım tıklım olması gerekiyordu.
Ancak şimdilik hala kapıda olan kendisi dışında kimsecikler görünmüyordu.
İki adım daha attı. Sonra yine durdu.
Sosyal medya kalabalığını düşündü. Çoğu zaten gerçek adlarıyla yazmıyordu. Gerçek adını kullananlar da beğenilerini yeter görmüşler olacak ki gelmemişlerdi. Ne de olsa sosyal medya her şeye kadirdi!
Öyle ki, günümüzde muhalefet bir kaç kişilik eylemlerini sosyal medyaya atıyor, böylece mesajlarının geniş kitlelere ulaştığını hesaplıyor, bununla avunuyordu!
Artık insanlar telefonla uzun konuşuyor, yüz yüze görüşmeye gerek duymuyordu.
Daha geçenler de bir arkadaşı onu oldukça kalabalık bir yerde aramıştı. Arkadaşını iyi duyamadığı için sesini yükselterek,
“Burası konuşmak için müsait değil. Hem bu meseleyi yüz yüze görüşelim!”
“Böyle küçük konuları yüz yüze görüşmem.” diye olumsuz yanıt vermişti.
“Bir kafede oturacağız. En az beş yüz lira ödeyeceğiz. Ne gerek var!”
“Kafe şart değil. Herhangi bir sokakta, parkta, kaldırımda da olabilir.”
“Ben seninle yüz yüze görüşmek istemiyorum!”
“Üzgünüm ben de seninle telefonla görüşmek istemiyorum!.” diyerek bir sosyal medya kavgasının fitilini yakmıştı. Karşıda ki boş durmamış bir de “sakın benimle bir daha bu ses tonuyla bu üslupla konuşma. Tekrarlarsan benim de tavrım farklı olur. Ayrıca ben telefonda ya da yüz yüze neyin konuşulup konuşulmayacağını senden daha iyi bilirim. En ufak konu içinde bir yerde oturup zamanımı harcayamam… “diye mesaj yazmıştı. Cevap yazmamıştı. Çünkü geçmişte kötü tecrübeleri vardı.
Bunu konuşmayı niye şimdi hatırlıyordu. Çünkü şimdi buluşmaya geldiği eski arkadaşıyla da böyle nahoş sosyal medya anıları vardı.
Zaten bu tarihi avluda, parlayan gümüşi saçlarıyla bekleyen kadın telefon kayıtları yüzünden yıllarını dört duvar ardında geçirmişti.
Şimdi de o telefonlardan herkes ona “Hoşgeldin” diye yazıyordu.
Şimdi daha iyi hatırlıyordu. Telefonla sürekli konuşan ve yazışan biriydi. Kendisiyle herkesin uyuduğu, gece ortasında saatlerce yazışmıştı.
Başkalarıyla da yazıştığını kendisine atılan yanlış mesajlardan anlamış, onu uyarmış ve özeleştiriye davet etmişti. Ve sonra “gel yüz yüze görüşelim.” diye ısrar etmişti. En sonunda “tamam bir defalığına gelirim.” diye teklifini kabul etmişti.
Bugün gibi hatırlıyordu. Buluşacakları çay bahçesine, iyi bir konuşma ortamı için hediye edeceği kitapla gelmişti. Ancak hoş olmayan bir buluşma olmuştu. O çay bahçesinde bir kaç cümle sonrası hakaretle karşılaşmış, hediye ettiği kitabını sayfalarını yırtmış, geri kalanı suya atıvermişti.
Sonrasında tutuklandığını öğrenmişti. Bir defasında mahkemesine gitmişti. Orada sosyal medya yüzünden yargılandığına tanık olmuştu. Onu mesajlar için uyardığı zamanı hatırlamıştı. Çare olmamış ki başkalarıyla yazışmaya devam etmişti. Yine de bunun için cezalandırılmasını kabul edemiyordu.
Sonuçta haksızca cezalandırılmış ve yıllarını modern tecrit hapishanelerinde geçirmişti.
Ne olursa olsun yanına gidip ona elini uzatıp “Hoş geldin!” diyecekti.
Gözleri taş evin karanlığına alışıyor gibiydi. Ak saçları dışında gümüşi, sıska yüzünü de seçiyordu.
Avluya ani vuran rüzgarın cesaretiyle avluya doğru yürüdü. Gerçekten yalnızdı ve elinde bir telefon vardı. Rüzgar saçlarını gümüş bir şemsiyeye çevirmişti.
Muhtemelen telefonda ‘hoş geldin’ diyenlere, “hoş bulduk diye yazıyordu.
Duyabilecek şekilde, "Hoşgeldin, ey kırık hayallerimin kahramanı!” diye seslendi.
Belki “kırık hayallerimin kurbanı!” demeliydi.
Belki de “görüyorsun sadece ben geldim, diğerleri yine yok!” demeliydi.
Sonuçta o kadar etkili söylemişti ki telefonu elinden düşürüverdi.
Ve tüm sanal dünyasına meydan okurcasına hemencecik boş eline uzanarak “Geçmiş olsun. Geldiğin bu gerçek dünyadan bir daha hiç ayrılma!” deyiverdi rüzgarda titriyorken.