Uyku sersemliğinde, gözleri kapalı barışı rüyalamaya çalışırken, telefon mesajları ardı ardına ‘ iyi dinlenmeler ‘ diye sesleniyor. Böylece telefon sesini akşamdan kapatmadığını fark ediyor.
Mesaj atanlar dinlenmenin ‘ iyi olanına ‘ vurgu yaptıklarına göre ,’ kötü dinlenme’ kendisi için de ihtimal dahilindedir.
Bilinç üstü ve bilinçaltı onca yüküyle ‘iyi dinlenme’ nasıl gerçekleşecek?
Bu pazar rahatsız edici dış uyaranlarla teması kesmesi elbette iyi olacak.
Ama o uyaranların duygusal temasından nasıl kurtulacak?
Çünkü rahatsız eden herşey düşüncelerinde devinmeye devam ediyor.
Odanın doğusuna doğru olan pencereyi açıyor. Güneşin okları göz bebeklerini vuruyor.
‘Bugün pazar, bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar’.
Duygular dalgalanırken her zaman şiir yazılmıyor. Ama her zaman hafızaya işlenmiş bir şiir vardır. O zaman o şiir, Nazım’ın şiiri gibi kendini böyle okutur. Karanlığın içinde ilk defa güneşe çıkartılan şair ve mahpus Nazım için pazar, yasaklı ve güneşli bir pazardır.
Kendisi için de bu pazar, barışı rüyalayamadığı zor bir pazardır.
Tamamen uyanmak için gözleri kamaşıncaya kadar güneşi izliyor. Vazgeçmeye niyeti yok, ama kara bir bulut birdenbire güneşi saklıyor.
Pencereden odaya ve şiirden telefon mesajlarına dönüyor. Telefon kapanıvermiş. İyi ki akşamdan şarj etmemiş. Bir pazar telefonsuz kalmak iyi bir deneyimdir diyor.
Ama bir başına durması düşünce akışı için tehlikelidir. En iyisi eski pazarlar gibi siyah beyaz bir film izlemektir diye düşünüyor.
Cep telefonu yüzünden ihmal ettiği televizyonu açıyor. Eskilerden bir film izleyip yorumunu eskisi gibi beyaz çizgisiz kağıda, hizayı şaşırmadan yazmak istiyor.
Ekranda siyah beyaz belli ki restorasyonu iyi yapılmamış bir film var. Duvarın önünde bir ana genç oğlu ile oturuyor. Rüzgarda sesi yitmesin diye adeta bağırıyor.
“Babanın intikamını alacaksın?”
Bıyıkları yeni terlemiş, elinde annesinin verdiği tabancayla genç bir adam, askerlik dönüşü en karasından ve en derininden düşünüveriyor. Elindeki tabancayla birini vuracak. Cezaevine girecek ve bir ömür vurulmayı bekleyecek.
Oysa askerlik dönüşü sevdiği kızla evlenmenin peşindedir. Ama kanlısını vuramayacağı için sevdiğini de, köyünü de terk etmek zorundadır.
Evet, bir gelecek uğruna her şeyini bırakacaktır.
Ama o gelecekte bıraktığı her şey onu bırakacak mıdır?
Çünkü barış olmadan gitmiştir.
Belki çok uzaklara giderse bırakabilecektir. Fakat İstanbul’a gitmiştir. Ve Eminönü’nde işportacılık yapmaktadır.
Birden ekran donuveriyor. Belli ki negatifi yakıldığı için restore edilememiş filmi rahatça izleyemeyecek.
Zaten günlük yaşamı da böyle kesintili, böyle donuk, sıkıntılı, bol gürültülü ya da depresif sessizlikte değil mi ?
Film dondu. Ama kan davası donmaz, bunu biliyor.
Belki onlar gelip onu vuracak.
Belki de bu vahşi kentte çıkarına dokunduğu bir başkası tarafından vurulacak.
Çare köyde kaçmak değil, köyde barışmayı becermekti diyor.
Ama nasıl bir barış?
Oğlunun ağıtlarıyla büyüyen babaannesi ve dul kalan annesinin kayıp zamanları bir intikamla nasıl telafi edilebilir mi?
Hayır diyor.
Ama birbirlerini öldüren insanların torunları nasıl barışır?
Kayıp zamanları unutmak ve unutturmak mümkün müdür?
Televizyonda ki film tamamen gitti. Ama günlük film dramatik olarak, bir mucize olmasa trajediye doğru devam ediyor.
Ve bu mucizenin barış olacağı söyleniyor.
Ve yine konuşulan, ve yeniden gündemlersen bir barış!
Ve kayıpların ve kırılmışlıkların ve incinmişliklerin ve bedellerin telafi edileceği bir barış!
Ve rüyalardan şafakla gerçeğe doğacak bir barış!
Ve geçmişle barışık bir barış!
Ve de yüzünü geleceğe dönecek bir barış!
Bunu çizgisiz deftere hizalayarak not ediyor. Ve kendine ve barışa susayanlara ‘iyi dinlenmeler’ diyor.