Evleri Enzelê de, yerli şehirlilerin hewş diye adlandırdıkları, asimile şehirlilerin ise büyük avlu ama eski ve yenilerin eywan dedikleri zemini taştan yapılı bahçenin batı tarafındaydı. Avlunun etrafında ki evlerin tümü, Diyarbakır’ın eski hewşleri gibi taştan yapılı değildi. Sonradan kırmız tuğladan yapılı iki katlı bina diğer taş evlere eklenmişti.
Ama eski Diyarbakır’ın taş avlulu evlerindeki yaşam burada da devam ediyordu. Avlunun ortasında kuyudan suyu içerlerdi. Otak hamamda yıkanırlardı. Ortak mutfakta kahvaltı yaparlardı.
Sevinçleri ve kederleri de ortaktı. Büyük bir aile gibiydiler. Avluda sabah, akşam ve gece sesler eksik olmazdı. Kahkahalar çatıda ki güvercinlerin kanat çırpınışlarına karışırdı. Hewş sakinlerinden Xalê Bedri cümbüş çalar onlar halay çekerdi.
Büyük taş avluya nerdeyse her akşam büyük kapının üstünden atlayarak gelirdi. Önceleri kimse görmesin diye demir kapıdan avluya atlayarak girerken sonradan alışkanlık halini almıştı.
Bir mekana kaçak girmek diğer akran çocukları gibi normal bir davranıştı. Mesela sinemaya hep kaçak girerlerdi. En çok Site sinemasına kaçak girmek onları heyecanlandırırdı. Dilan sinemasına kaçak girmezlerdi. Çünkü orada onların izlemediği büyüklerin ciddi dediği filmler oynardı.
Kaçaklık onlar için sanki bir yaşam biçimiydi. Komşular avluda akşamları kaçak çay içerlerdi. Büyükler kaçak tütün içerlerdi. Nerdeyse tüm kıyafetlerini kaçakçılardan alırlardı. Ortaokulda kaçak zamanlar da Kürtçe konuşurlardı.
Büyük maç yaklaşıyordu. Diyarbakırspor şampiyonluğa gidiyordu. Şehirde büyük bir heyecan vardı. Her taraf kırmızı yeşil renklerle donatılmıştı. Kendisi de yeşil kırmızıya bürünmüştü. Çoraplarının biri kırmızı biri yeşildi. Mahallede arkadaşları harıl harıl maça hazırlanıyorlardı. Ancak arkadaşlarıyla arası kaçak bir aşk yüzünden bozulmuştu. Mahalle de sevdiği biri yüzünden onlarla kavga etmişti. Aslında kızın da hiç bir şeyden haberi yoktu. Onu da kaçak seviyordu
Arkadaşlardan biriyle senin dawan, benim dawam diye kavgaya tutulmuştu. Araya büyükler girmese satırlar konuşacaktı. Ne yazık ki arkadaşların tümü onun karşısında yer almıştı. Bu aralar yalnız takılıyordu. Onlarla maça da gidemezdi
Şimdi kendi çetesinin de kaçağıydı. Ve tüm mesele stada kaçak girebilmekti. Çünkü bu maç mutlaka izlemeliydi. . Maça saatler vardı. Önce stadın etrafını gezdi. Nereden girebilirim diye düşünmeye başladı. Ofis tarafından girmek çok zordu. Yenişehir tarafı da çok zordu. Duvara tırmanmak hem çok zordu. Burada surlar gibi taştan yapılı değildi. Düz duvara belki iple tırmanabilirdi. Ancak herkesin gözü önünde bu mümkün değildi.
En iyisi seyircilerin arasından girmekti. Öyle de yaptı. Önce normal seyirciler gibi sıraya girdi. Kapıya yaklaşınca bekledi. Hızlıca kapının üstüne çıktı. Ve aynı hızla diğer tarafa atladı. Atlamak kolay olmuştu. Ancak büyük bir mesele vardı. Bu defa karşısında elinde bir copla orta yaşlı bir polis bekliyordu. Polisin copu kaldırmasıyla onu kapıya geri çıkması bir oldu. Aynı hızla kapının üstünden sırada ki seyircilerin üstüne düşüverdi.
Yakalanmamıştı, Ama stada da bir şehir kırıxı olarak girememişti. İlk defa bir mekana kaçak girişi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Üstünde hiç parası yoktu. Zaten hep parasızdı. Şimdi para olmadan maça giremeyecekti. Sıradan çıktı. Çaresiz anıt parka doğru yürümeye başladı. Sağda yol kenarında bir kamyon gözüne çarptı. İçinde şoförü sigara içiyordu. Şoförün diğer tarafında ki kapıyı açtı. Şoför daha bir şey sormadan
“Abi kamyonla şu duvarın dibine gidebilir misin? diyerek stat duvarına işaret etti. Orta yaşlı şoförü öce stada sonra kendisine baktı. Meseleyi anlamıştı. Ona uzun uzun baktı. Şoförü açık açık suça teşvik etmişti.
“Maça gidecek paran yoksa sana vereyim.”
“Sağol xalo. Ben maça kaçax gireceğim. “
Orta yaşlı adam ona şaşkın şaşkın bakıyordu. Umudunu yitirmişti ki adam aracı çalıştırdı.
“Kamyondan duvara nasıl çıkarsın sen!”
Şoför ona iyilik yapmaktan öte belki ne yapacağını da merak ediyordu!
Önce kamyonun kasasına, oradan da şoför mahalline çıktı. Kamyon ana caddeye çıktı. İstasyona doğru dönüş aldı. Sonra yavaş yavaş kale arkası tarafına yaklaştı. Burası stadın en alçak tarafıydı. Sallana sallana duvara yanaştı. Güvercinlere saldıran hewşin yaramaz kara kedisi Miro gibi yerden zıplayarak duvarını kenarını yakaladı. Kamyon geri çekildi ve geldiği gibi sallana sallana yola çıktı. Şimdi havaya asılıydı. Düşüp yaralanabilir belki de ölebilirdi. Çok heyecanlıydı. Büyük bir enerjiyle kendini duvarı tarafına atladı. Düştüğü yede seyirciler vardı. Çarptığı kişi maçın heyecanındaydı. Gülerek özür diledi. Uygun bir yer bulup diğerleri gibi maçı izlemeye başladı.
Şimdi Vehbi’yi, Baykul’u, kaptan Recai’yi seyretmenin zamanıydı. Seyircilerin coşkusuna kendini o kadar kaptırmıştı ki onlarla birlikte staddan çıkmaya karar verdi. Kaçak gelmişti ama kaçak çıkmayacaktı. Belki de maçı izlerken kaçak yaşamayı da sorgulamalıydı. Ve belki de kaçak sevdiği mahallenin dilberi Mensê den vazgeçmeli, onun için kavga ettiği arkadaşıyla barışmalıydı.
Maçı kazanmışlardı. Herkesle birlikte coşkuyla, sevinçle, zaferle ayrılıyorlardı. Ama bir sorun vardı. Onu coplayamayan polis diğerleriyle birlikte kapıdaydı. Ve çıkanları izliyordu. Ya onu tanırsa diye kuşkuya kapıldı.
Stada kaçak olarak girmişti. Ama kaçak olarak çıkmamaya niyetlenmişti. Hatta kaçakçılığını sorgulamıştı. Şimdi normal çıkarsa polis onu tanıyabilirdi.
Belki de tanımazdı. Hem tanısa ne olacaktı? Ne yapacaktı? Maç bitmişti.
Bir şey olmayacağından emindi. Belki kaçakçılığını da ele vermemeli diye düşündü.
Herkes yürüyünce o birden durdu. Durunca daha çok şüphe çekti. Polisler ona bakıyordu. Geri döndü. Kaçak girdiği stattan yine kaçak çıkacaktı.
Belki kaçak yaşamak onun kaderiydi. En önemlisi kaçak aşkı, mahallenin güzeli Mensê yî kaçak sevmeye ve onun için kavga etmeye devam etmekti.
Çok uzun yıllar sonra kaçak zamanlarda ki adını taşıyan takımın şampiyonluk maçına kaçak düşleriyle, ama gerçek biletle geçmişin büyük coşkuyla giriyordu.