Aşağıdaki sis bulutları yüzünden getirildiği uçak kent üzerinde dolanıp duruyordu. Yine geçmişteki gibi sisli bir yolculuktaydı.
İnişi engelleyen sis bulutları, sanki yaşanmış, yaşatılmış engellemeleri hatırlatıyordu.
Bazısına göre bu kentten kaçmıştı. Bazısına göre ise kendini korumuştu.
O ise yıllarca bu kentten ayrılmakla, doğru mu yaptım ya da yanlış mı yaptım ikiliminde kıvranıp durmuştu.
Belki sürekli şikayet eden ama çalışmayan bir toplumdan kaçmak istemişti.
Belki de bitmeyen çekişmelerden kaçmıştı.
O zamanlar çok okuyordu ve bu yüzden çok düşmanı vardı. Çünkü aydın düşmanı bir toplumda yaşadığını hissediyordu.
Karşılaştığı hiç bir sorunu çözememişti. Çünkü herkes sorunun çözümüne değil, sorunu yaratanlara odaklanıyordu. Bu yüzden çoğu zaman sorunun suçlusu olarak yargılanıyordu.
Burada herkeste farklı ne yapabilirdi, bilmiyordu. Bir işi vardı. Ama ne kendisine ne de çevresine yetiyordu.
Ve kentte faili meçhul cinayetler başlamıştı. Her sabah evden çıktığında ensesinden birinin vurulduğunu öğreniyordu. Vuranlar bulunamıyordu. Belli ki çok iyi korunuyorlardı. En son kendi sokağında okur-yazar olmayan bir bakkal vurulmuştu. Bakkalın tek marifeti kentte kepenk kapatma eylemlerine katılmasıydı.
Belki tükenmişliğe dayanabilirdi. Ama hayatının baharında ensesine sıkılan bir kurşunla ölmek istemiyordu.
Uçak sisler içinde inmeye çalışırken, gözlerinin önünde geçen film şeridinde, kentte ayrılmaya karar verdiği günü izliyordu.
Takvimler bir mayıs doksan üçü gösteriyordu. Kentte su şebekesinden kaynaklanan salgın çoğu kişiyi hasta etmişti. Kendisi de tifo hastalığına yakalanmıştı. Bunun için Kuruçeşme de özel bir klinikte doktor arkadaşına gitmişti. Müşahade odasında kendisi gibi tifoya yakalanan bir kadın daha vardı. Tanımıştı, bu geçen ay eşi sokak ortasında öldürülen bir öğretmenin eşiydi.
Serum damlalarını sayarken, bir anda sokakta patlama sesi ve sloganlar duyuldu. Doktor ve hemşire panikle pencereden dışarı baktılar.
“Gençler park etmiş bir Toros araca molotof atmış. Her kiminse yazık oldu.” dedi genç doktor
Kadın kolunda serumla aniden ayağa kalktı ve sokağa baktı.
“ O benim aracım!” dedi bağırarak.
Doktor şaşkınlık içinde “ yani insan bu dönem de Toros alır mı hocam. Senin aracı adam vuran, kaçıran tetikçilerin sandılar “
“Ne yapayım. Param ona yetti. Hem her toros araba onların mıdır? Hiç düşünmüyorlar, burada bu Toros’un ne işi var?”
Bir yandan da bağırıyordu.
“O benim aracım. Lütfen söndürün!”
Geç kalmıştı. Molotofçular gitmiş silahlı, kar maskeli timler gelmişti. Araç hala yanıyordu. Kimse söndürmeye yaklaşamıyordu.
Silahlı, kimisi kar maskeli sert adamlar içeri girdiklerinde paniklemişti. Önde sakallı biri kadına sırıtarak “seninkiler yanlışlıkla aracını yakmış.” diyordu.
“Ne bileyim kim yaktı. Ama söndürmek lazım.”
“Yakanlara söylersin. Söndürürler!”
“Ya patlarsa.!“
“Biz birazdan gideriz. O zaman söndürmeye inersiniz.”
Kadın serumu kolundan çıkararak sokağa indi. İçlerinden maskesiz biri doktora dikkatli bakıyordu. Diğerleri kliniği gezerken o hala manalı manalı bakıyordu.
“Seni öğrenciliğinden beri tanıyorum. Doğrudur, sana çok kötü davrandığım olmuştur. Ama seni duruşundan hep takdir etmişizdir. Hatırlıyorsan sen hastanedeyken eşimle gelmiştik. Eşime çok iyi davranmıştın. Sonraki yıllarda da hep karşılaştık. Şimdi zor bir dönemdeyiz. Sana son defa söylemek istiyorum. Sen de listedesin. Vurulacaksın, bu kenti terk et. İçimden bir ses sana yardım etmemi söylese de, biliyorsun bu mümkün değildir. Ama vurulursan yazık olur, üzülürüm.”
Bir anda kendi yarınını gördü. Hiç şakaları yoktu. Vuracaklardı. Ve o anda karar verdi. Zaten sosyal olarak zorlandığı kentten ayrılacaktı. Doktor ne yaptı bilmiyordu. Ama o ertesi gün kenti terk etti.
Ve uzaklarda memleket hasreti çekmiş olsa da, pişmanlıklarla debelense de, iyi bir hayat kurmuştu. Ama o hayatın sonuna gelmişti. Evet, belki ensesinden meçhul bir kurşunla vurulmaktan kurtulmuştu. Ama otuz yıl sonra beyin damarlarından biri onu kurşun gibi vurmuştu. Yoğun bakımda günlerce tutulduktan sonra kente yolculuk başlamıştı.
Ve yıllar sonra doğup büyüdüğü kente tabut içinde geliyordu.
Sis dağılmış, uçak toprağa son inişini gerçekleştirmişti. Artık filmin sonuna gelmişti.
Doğduğu, kendini bulduğu kente getirildiği ve toprağıyla kucaklaşacağı için çok mutluydu. Keşke her ayrılık böyle bitseydi.
Çünkü şimdikiler çok uzaklara gidiyordu ve belki tabutta bile gelemeyeceklerdi.