Her muhtarlık seçiminde onu anımsıyordu. Cazibeli maaşın, şişme itibarın, siyasete biatın, bekçiliğe özenmesin, ihalelerin, menfaat çekişmelerinin olmadığı günlerdi.
Köylünün küçük ama hayati sorunlarına çare arandığı günlerdi. Çare bulunmasa da tesellinin paylaşıldığı günlerdi.
Ve en önemlisi muhtar olmanın köyde bir bilen olarak kabul edildiği günlerdi.
Sonbaharları heybesinde misket narları ile gelirdi. Kimisi ekşi, kimisi tatlı, kırmızı kabuklu narlar onu hastalıktan korurdu.
Hiç bir şey getirmese bize o sıcak gülüşünü bırakırdı.
Üç oğlu vardı. Esasında yaşamı üç’lü yaşanmışlıklarla geçiyordu. Dedesi de üç kardeşin en küçüğüydü. Üç’lemeler örgüsünde ki yaşamında en çok, kah bir şafak vakti asılan, kah sınırda karanlık bir vakit pusuya düşürülen, kah çığ altında düşleriyle kalan üç devrimciyi sevmişti.
Bilemezdi, yetmişini geçmişken üç oğlunun onlara doğru yol alacağını.
Bilemezdi, muhtar olarak altı dönemi devirdiği köyünden sonsuzca kopartılacağını.
Bilemezdi, mezarları sıkça ziyaret eden biri olarak mezarsız kalacağını.
Evet, o eski yokluk ve yoksulluk zamanların muhtarıydı. Ve zor zamanlarda köylünün kaderdaşıydı.
Ama kaderde muhtarlığı seçimsiz bırakmakta vardı. Aslında hiç bir dönem gönüllü aday olmamıştı. Ama köylü onu hiç bir zaman bırakmamıştı. Hep bir görev adamı olarak yaşamaya alışmıştı.
Hayatında darbeler, baskınlar, operasyonlar, yaslar vardı.
Ama düğünler, halaylar, yolculuklar, buluşmalar, doğumlar, şölenler de vardı.
Her üç canı da de iyi halay çekerdi.
Ve her üçü de oldukça güzel gülerdi.
Her zaman oğlunu gözyaşlarıyla bekleten annelere kardeş olmuştu.
Yaşamı üç bilinmeyen denklem gibi üç’lerin trajedisini atlatmaya çalışmakla geçmişti.
Giderayak en son karşılaştığı firari asi üç’lerden birinin talebesiydi. Vedalaşırken ona ‘ben boyun eğmedim, rastlarsan söylersin en küçüğüne’ demişti.
Aslında herkesle vedalaşmak isterdi.
Ama kaderde zamansız ayrılıkta vardı.
Ve onlar gibi hala gülüyordu.
Gülüşler vardır ki, sadece seyredilirdi.
Gülüşler vardır ki, insandan kalan tek mirastı.
Üçü de güzel gülüyordu.
Üçü de umudu gülüşleriyle taşıyordu.
Şimdi sevdikleri için meçhul bir kayıpken, topladığı gülüşleriyle, insanlığın unutulan tarafında, mesela vicdanlarda, bir yerdeyim işte diyordu.
...
dalda duran üç gülüz
aşk şahidimizdir ki
biz hep güzeliz
çünkü sevda yüklü
düşlerimizle yürürüz hep
ve umut yüklü gözlerle
sağanak bir sevgiyiz
yağarız kurak yüreklere
belki fırtınada açan
yürek kızılı gülleriz
belki haşin kayalarda
alaca güvercinleriz
belki de şehrin
puslu sokaklarında
mavi şahinleriz
biz aslında
üç çift gülen gözleriz
ama kızınca kıyametiz
koparız kasırgaca
devrilir ağacımız
dalda açar
dudak kızılı güllerimiz
çünkü biz güzeliz
dalda duran üç gülüz
biz