Gözü ne zaman bir futbol maçına takılsa, kendini bir zamanlar top koşturduğu Şehitlik stadında buluverirdi. O zamanlar bu stada Beyaz Tebeşir Stadı da denilirdi. Çünkü mahallede toprak yolda oynadıkları çizgisiz sahalarına karşın, bu büyükçe saha beyaz tebeşirle çizgilenmişti.
Ve hayal hızıyla o stada gider, top ayağına yapışır, tüm rakipleri geçer, boş kale önünde beklerdi. Ancak boş kaleye gol atmak istemezdi. Çünkü boş kaleye gol atmak mahalle kültüründe ayıp sayılırdı. Bunun için bir kaç oyuncunun önüne çıkması icap ederdi. Böylece gelenleri de çalımlar golünü öyle atardı.
Mahalle de adı ‘ golcü Ehmo’ya çıkmıştı. Babası Balıkçılarbaşı’nda küçük bir dükkan da konfeksiyonculuk yapardı. Top aralarında babasına yardıma giderdi. Ama babasınca her defasında fena azarlanırdı. Çünkü babası okumasını ve bir meslek sahibi olmasını istiyordu.
O ise bir futbolcu olmak istiyordu. İyi oynuyordu ve kendini şanslı hissediyordu.
Şehitlik stadından ziyade mahallede oynamayı tercih ederdi. BenuSen’in toprak caddesini sahaya çevirirlerdi. O zamanlar bu caddede araç pek geçmezdi. Oynamak için toplandıklarında önce birbirine mesafeli konan taşlardan kale kurarlardı. Saha dar olduğu için maçta korner atışı yapılmazdı.
Maçı her daim hakemsiz oynarlardı. Birbirlerine sert davrandıklarında karşılıklı adil olmaya çalışırlardı. Nadiren kavga çıkardı. Ama uzun sürmezdi. Kalenin üst direği olmadığı için havadan atılan goller sayılmazdı.
Maçı genelde evlerinden akşam yemeği için yüksek sesle bağıran analar bitirirdi. Analar olmasa babaların sahayı basmasıyla maç fiilen sona ererdi. Maçları hiç bir zaman bitmediği için kazananı asla olmazdı.
Oldukça soğuk bir Şubat akşam okuldan gelince, hemencecik artık eskimiş spor ayakkabılarını giydi. Müthiş bir top oynama isteği vardı.
Mahalleye Şubat bulutlarının gölgesi çökmüştü. Yine de arkadaşlarıyla top oynamak için yola koyuldu. Ama rüzgarla tozlanan loş caddede kimsecikler yoktu. Sonra gözlerinde ki tozla Beyaz Tebeşir’e yürüdü. Çıktı. Orada da kimse yoktu. Neler oluyordu?
İnsanlar gün ortası karanlıktan mı kaçıyordu? Şehitlik ana caddesi de ıpıssızdı. Urfakapı’ya doğru gözlerini ovuştura ovuştura yürüdü. Bir dükkanın önünde kalabalık dikkatini çekti. Bu ıssız şehirde bir kaç insanın bir arada olmasına sevinerek onlara yaklaştı.
Şans oyunları bayiliği yapan bu dükkanı iyi biliyordu. Dükkan sahibinin büyük oğlu aynı zaman da döviz işiyle ilgileniyordu. Kalabalık grubun öfkesi dikkat çekiciydi. Anladı ki koca adamların öfkesi artan mark ve dolaraydı. Bu benim meselem değil diye babasının dükkânına yolaldı.
Balıkçılarbaşı’nda babasının dükkanına bugün erken gidiyordu. Çünkü top oynayamamıştı.
O dönem kentin tek bulvarında, bu soğuk ve kapalı havada sağlı sollu dükkanların kapalı oluşu ile sarsıldı.
Bu kapalılığın döviz denilen yabancı paraların artışıyla ilgisi var mıydı?
Yoksa kente çöken soğuk karanlığın etkisi miydi?
Daha bıyıkları terlememişti. Derslerle ve okumayla arası iyi değildi. Ama etrafında olan bitene karşı fazlasıyla duyarlıydı. İnsanları ve olayları anlamaya çalışıyordu.
O düşüncelerle babasının dükkanının önünde olduğunu fark etti.
Dükkan kapalıydı. Belki Behram Paşa Cami’sine namaza gitmiştir diye düşündü. Uzunca bekledi. Ama babası gelmedi. Aniden bastıran kar yağışına rağmen ayrılmadı. Babası hala gelmemişti.
Artık farkındaydı, babası bir daha o dükkanı açmayacaktı.
Çok üzgündü. Şubat’ın karlı fırtınasına rağmen hala dükkanın önünde bekliyordu. Babasının olmayışının nedenini tahmin ediyordu. Demek ki dövizin artışı onunda meselesiydi.
İlk defa babasını yalnız bıraktığı için kendisini suçluyordu. Bu yüzden bir daha topa dokunmayacaktı.
Ama okula da devam edemedi. Çünkü öncelikle babasının biriken döviz borçlarını ödemeliydi.
Babası bir kaç yıl sonra gurbette yaşamını yitirdi. Ahmet için zorlu bir yaşam yeniden başlıyordu. Bir şehirli esnafın oğluyken, kendini vasıfsız bir beden işçisi olarak buluvermişti.
Yıllar sonra baba mesleğine saygı diye tekstile döndü. Eskiden çok sevdiği futbolun babasının işine son veren milyonlarca dövizle dönüyor olmasına öfkeleniyordu.
Uzun süre tekstilde çalıştı. Ve yine yıllar sonra girdiği yeni tekstil fabrikasında bir doktor onun işe uygun olup olmadığına karar vermeye çalışıyordu.
“Mesleğin ne sorusuna ?“ cevap veremedi. Belki bilinç altında futbolcu olamamanın kırıklığını yaşıyordu.
Aslında bu coğrafya da birçok kişi hayallerinin kırıklığıyla nefes almaya çalışıyordu. Ve biliyordu ki mesele sadece bu değildi.
Diğer soruları da cevaplayamadı. Muhtemelen işe alınmayacaktı.
Ama çok heyecanlıydı.
Çünkü şehrin takımının şampiyonluk maçı vardı.
Belki yıllar sonra çocukluğunun hayali futbol ile barışıyordu.
Belki de uzaklaştığı kentin insanlarıyla barışıyordu.
Ama şehirde dövizli çöküşler hala devam ediyordu.