Dizlerinin sızısına aldırmamaya çalışıyor. Neredeyse bir haftadır mesai saatini ayakta geçiriyor. Aldırmıyor, nasılsa kırkından sonra her türlü diz sorunu yaşayacağını çok iyi biliyor.
Fabrikanın yüksek pencerelerinden vuran güneş boynunu yakıyor. Dışarıda hiç alışık olmadığı bir şubat sıcağı onu belli ki kırlara çağırıyor.
Şimdi çeşit çeşit tomurcukla baharı karşılamak var.
Ve toprağı eşeleyip tarihle kucaklaşmak var.
Geçmişin yaşamlarını almaya çalışmak var.
Kayıp aşkların duygusunu yaşamak var.
Ve nihayetinde koca bir tekstil atölyesinde çalışmak var.
Her zaman ayakta kalmak ona düşüme fırsatını da veriyor. Düşünmese dizlerinin ağrısını daha çok hissedecek, biliyor.
Nedense bugün geçmişe yolculuk yapmakta var. Nasıl olsa asıl mesleği geçmişi kazımak değil mi?
Maalesef arkeolojiden mezun olduktan sonra hiç bir kazıya katılamadı. Kamu sınavından iyi puan alsa da tanımadığı uzak akrabaları sabıkalı diye işe alınmadı. Oysa okurken yemek boykotuna bile katılmaktan imtina etmişti.
Sivil kuruluşlar fikrini beğenmedi. Yeterince entelektüel görülemedi. Bir gruba ait olamadı. Gönüllü gruplar saçıyla, başıyla, ayağıyla uğraştı.
Bir arkeolog kazıyorsa vardır. Bir başına bir yerleri kazıyacak bir mecali artık kalmadı. Otuzu geçince hayal aleminde yaşamanın anlamı da kalmadı. Gelecek ona kazı yapma imkanı vermeyecek görünüyor.
Zaten artık kazılan her şeyin adı değişiyor, yeniden yazılıyor ve ehli olmayan memurlara aşınsın diye emanet ediliyordu.
Sonuçta başka bir mesleğe geçme kararı almanın zamanı geldi diye düşünürken çalışma ihtiyacı öne çıkıyordu. Çalışırken de başka bir okulu okuyabilirdi. Bu defa uzaktan heyecansız uzaktan eğitimli bir okulu seçti. Çünkü yoksul ailesine bir daha yük olmak istemiyordu.
Oysa üniversiteye nasıl büyük bir heyecanla başlamıştı. Birbiriyle kavgalı anne ve babası onunla, o uzak kente kayda gelmişlerdi. Gerçekten ne güzel bir gündü. Hayatının en anlamlı günlerinden biriydi.
Üniversiteyi bitirecek lise yıllarında hayalini kurduğu arkeolog olacaktı. Aslında puanı öğretmenliğe de yetiyordu. Ama ideallerinin peşinden gitmişti.
Ve sonuçta annesinin deyimiyle yıllarını boşa geçirmişti.
Evet ideali bu coğrafya da herkesin ideali gibi öldürülmüştü. Birde faili çok belli bu cinayetlere kader diyorlardı.
Diğerleri gibi intikam almaya takati yoktu. Artık tek istediği bir iş sahibi olmaktı. Otuzuna varırken kendini bir tekstil ortamında buluvermişti.
Ve yine kaderde kendisinden on yaş küçük kanı kaynayan liseye bile gidememiş genç hemcinsleriyle beraberce derince sömürülmek vardı. Uzun süren işsizlik onu makinası genç kızların ortasında diplomalı ortacı yapmıştı. Onu yönlendiren babasının tanıdığı komisyoncu bir süre idare etsin demişti. Ama bu süre ne kadardı, bilmiyordu. Güya daha iyi bir yere alacaklardı. Ama buranın en iyi yeri neresi bilmiyordu.
Kulakları yine yüksek volümlü müziklerle çınlıyor. İşçiler uyumasın diye mi çalıyorlar? Yoksa motive etmek için mi bu gürültüyü ayartıyorlar. Eğer buradan giderse sebebi bu müzik olacak biliyor. Bazılarının yaptığı gibi oldukça kirli tuvalete kaçabilir, kulaklarını dinlendirebilir. Ama yapamıyor. Çünkü durduğu yeri ondan sonra dolduracak kimse yok. .
Dikiş makinalarını bastıran müziklerini seçen insan kaynakları müdürüyle de yıldız daha barışmadı. Kendini doğal işçi düşmanı rolüne koymuş biriyle yıldızının barışmasını zaten hiç ummuyor. Belki uzayda başıboş gezen bir kaya parçasıyla barışmayı deneyebilir.
Ve birden müzik bıçak gibi kesiliveriyor. Ne güzel sessizlik derken kapıda oldukça zayıf bir alkış sesi duyuluyor. Önde abartılı sakallıyla göze batan patron, arkada tuhaf kıyafetli birkaç adam, insan kaynakları müdürü ve tanımadığı iki kadın ellerinde güllere benzeyen çiçeklerle makinalarının arasına dalıyorlar. Onlar makinada oturan genç kadınlara değil ama makinalara daha çok bakıyorlar. Güllere benzeyen çiçekler de makinalar gibi cansız ve hiç biri gerçek gül değildir.
Çünkü biliyor güller ancak Mayısta açar. Ve Mayısa daha çok var.
Ve gerçek olmayan güllerle gelenlerin nesi gerçek olacak diye gülüveriyor.
Anlamıştır bugün ‘sekiz mart dünya kadınlar günü’dür. Sanayi devrimiyle katledilen kadınların sesinin hatırlatılmaya çalışıldığı, ama bu sesin unutulduğu bir gündür. .
Ama o bu yapmacık ritüellere rağmen tarihte kadınla ilgili kazılara başlamayı hayal ediyor.
Derinden, kendi kendine, ama şiddeti tüm sahtekarlıkları dağıtacak gibi alıyor.
Ve ruhunun dahil olamadığı tören bitiyor.
Yine işbaşı, yine yarı tok çalışma, yine uykusuz kalma, yine kavga, yine umut ama çalışma tarafı çokça bir yaşam devam ediyor.