Onunla ilk karşılaştığın da Mardinkapı dibinde Hevsel dutları henüz kesilmemişti. Ve erik ağaçları tarlalar için henüz kıyıma uğramamıştı.
Ongözlü Köprü’ye giden yol üzerinde kayaların üstüne modern kafeler henüz dizilmemişti. Mardinkapı mezarlığına cenaze defnetmeye giden insanlara surlardan makinelilerce henüz kurşun yağdırılmamıştı.
Keçi Burcu dedikleri Birca Şemsiyan veya Birca Keçika modernize mühendislerce betonlaştırılmamıştı. Ve karşısında, bahçesinde güller serpilen bölge hastanesi gibi çalışan Mardinkapı Sağlık Ocağı yıkılmamıştı.
Siyah uzun saçları ve siyah şallarıyla taş merdivenlerin kenarında çöp karıştırıyordu. Aç olduğu için karıştırıyor diye düşündü. Bir koşuda Gazi Caddesi üzerinde seyyar ciğerciden yaptırdığı dürümle geri döndü. Dürümü uzattı.
“Ben aç değilim!”
Şaşırdı. Belki gururundan yapıyordu.
“Bir hediye olarak kabul et.”
“Hediye olarak dürüm mü veriyorsun?”
“Neden olmasın. Eğer yemezsen birine verirsin.”
“Ama hediye başkasına verilmez”
Evet, hediye başkasına verilmezdi.
” Hem senin dürümün bir rüşvettir”
“Rüşvet menfaat için verilir. Benim sana karşı hiçbir menfaatim yok. Seni ilk defa görüyorum.”
“Gördün işte!”
“Daha adını bilmiyorum.”
“Aysel.”
“Çöplüğü karıştırıyordun. Sana acıdım.”
“Bazı kötülükler acımakla başlar.”
“Bazısı da iyilikle devam eder!”
İkisi de henüz çok geçti. Ancak gözleri yaşlarının çokça fazlasını anlatıyordu. Sanki Aristo’nun felsefe kulübünü Mardinkapı’ya taşımışlardı. Belki bu kız Nietzsche’nin bir Kürt öğrencisiydi.
“Her hediye rüşvet değildir. Mesele aç kaldığında çaresiz bir biçim de ekmek çaldın. Buna hırsızlık diyemem.”
“Aç kişi çalarsa hırsızlık değildir. Ama tok kişi çalarsa hırsızlıktır.”
Sustu. Genç kız daha sakindi.
“Doğru bu dürüm bir rüşvet değil. Ama bundan sonra vereceğin her hediye rüşvet olacaktır.”
“Aslında hediyeden hoşlanmam. Geçenler de matematik hocam bir problem çözdüm diye bana bir kalem hediye etti. Tüm sınıf bana güldü. Bildiğin dalga geçtiler. Bende kızdım hediyeyi çöpe attım.”
Şimdi fark ediyordu. Evet, çöplükte sadece yiyecek olmazdı. Belki o çöpte yiyecek aramıyordu. Belki de kaybettiği bir hediyesini arıyordu.
“Hediyeyi sana yakıştırmamışlardır. “
“ Ama problemi ben çözdüm”
“ Problemi çözmüş olabilirsin. Ama onların gözünde hep tembelsin. Zayıfsın. Merhametini zayıflığına bağlarlar “
“Şimdi sana acıdım diye zayıf birimiyim!”
“Acımak menfaate dönüşebilir”
“Anladım. Çok fenasın. Eğer bundan sonra yine karşılaşırsak sana bir iyilik yapmaktan korkacağım.”
Dürümü hızlıca dişleyerek uzaklaştı. Aklı hala oradaydı. Günler sonra sınıfın çöp kutusunda birine tacizkâr ifadelerin yazıldığı bir mektup bulundu. Taciz edilen kız mektubu kendisinin yazdığını iddia ediyordu. Ve cezalandırılmasında ısrar ediyordu. Çünkü sınıfın en yaramazı diye adı çıkmıştı. İyi ki disiplin kurulunda vicdanlı bir öğretmen vardı. Mektubu yazılı kağıtları ile kontrol etmişti. Ve mektubun sınıfın en zengin en yakışıklı kişiye ait olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak kız ondan özür dilememişti. O şahsa da hiç bir şey yapılmamıştı. Kendisi olsa okuldan atılacaktı.
Aradan yıllar geçmişti. Cezaevinden yeni tahliye bir kadın arkadaşı ziyarete gidiyordu. Tam zile basıyordu, kapıdaki çöp kutusu dikkatini çekti. En üstte bir kitap vardı. Kitabı çöplükten aldı. Ona bir kaç yıl önce hediye verdiği imzalı kitaplarından biriydi. Buna rağmen yine zili çaldı.
“Geçmiş olsun!”
Kitaba mı, ona mı, kendisine mi geçmiş olsun demişti, bilmiyordu. Evden uzaklaşırken kitabı bir çöp kutusuna atıverdi.
Ertesi gün Mardinkapı’ ya gitti. Her şeyin değiştiği, değiştirildiği mekanlarda çöp bidonu arıyordu. Uzakta mavi eşarp altında beyaz saçlarıyla bir kadın bidonu karıştırıyordu.
Tanımıştı. Bu defa daha sakince yaklaştı.
“Orada sadece yiyecek aramadığını çok iyi biliyorum.”
Kadın ona döndü. Gözlerinden hüzün akıyordu.
“ Seni tanıdım. Yıllar önce dürümümü yiyen adamsın!”