Kenti ne zaman ve neden terk etmişti?
Fiziki ve ruhsal yaşı birbirinden ayrılmış adam hangi zaman da ve hangi yaşta olduğunu unutmuştu. Muhtemelen kentin geleneksel ritüellerinden birisinden kaçmıştı. Ya da kendi enkazını kentin enkazından ayırmak için uzaklaşmıştı. Her nedense bu soruya cevap veremiyordu.
Belki hafızasıyla kavgalıydı.
Belki de geçmişini umursamıyordu.
Ama yolcularla beraber kentin çok uzağın da dalgaların içinden ilerlerken o cümleler kulaklarında yankılanıyordu.
Genç kadın ona ' keşke başka bir zaman da karşılaşsaydık' derken zaman ve karşılaşma birer konuşan nesneye dönüşmüştü. Ve bu manalı bir deniz yolculuğunda zaman ve karşılaşma ile sıkı bir kavgaya tutuşmuştu.
Yılların sert dalgalarıyla duygu dünyası parçalanmış gizemli kadın bu sözleriyle ne demek istemişti? Hangi zaman da yaşadığını şaşıran adam, kadının onu layık gördüğü zamanı merak ediyordu.
Acaba uygun zamanda karşılaşmış olsa neler olacaktı?
Birlikte neler yapacaklardı?
Bir meçhul isyanın parçası mı olacaklardı?
Acaba bir büyük aşk mı yaşayacaklardı?
Belki kadının onunla yapmak istedikleri vardı. Yine kadına göre zaman uygun değildi. İşte bu yüzden yaşadığı zamanıyla büyük bir derdi vardı ve kavga etmekten başka çaresi yoktu.
Belki mavi suların dibinde o zamanı yakalayabilirdi?
Biliyordu, kadın orada olmayacaktı. Orada olması gerekiyor muydu. Olmasa da kazanması gereken bir hafızası vardı. Ve sonların hafızayı geri kazandırdığını da biliyordu.
Ve bunun için bir süreliğine kendini mavi sulara bıraktı. Deniz onu çok iyi anlamıştı. Bir süre sonra beklediği şey gerçekleşti.
Denizin karanlık perdesin de bütün bir yaşamı film şeridi gibi geçerken ' aşkını itiraf ettiği ve seni seviyorum dediği bütün kadınların onu terk ettiği sahneleri görüyordu.
Belki onlarla karşılaşması da yanlış zamanlardı. Kadınlar aşktan korkuyor, kadınlar onu anlamıyor, kadınlar onu haksızca terk ediyor diye zannederken asıl meselenin karşılaşma zaman olabilir miydi?
Belki değildi. Belki de aşk onlara ağır gelmişti. Ve hayatın ve zamanın gerçekliğinde, aşk onlar için başlı başına bir riskti. Ve de hayal kırıklığı ile yolu adımlarken kadınları daha çok korkutmuştu.
Evet, zamansız bir adamdı. Ve ona zamanı sorgulatan kadına ‘haklısın sana aşık oldum' diye başlayan itirafıyla, bir arkadaşlığa ve belki de bir ilişkiye suikast düzenlemişti.
Zamansız adam bir kez daha sahici davranmış ve bir genç kadının yerine de karar vermeye çalışmış, bir ilişkiye 'aşkı' bulaştırarak kendi sıradan hayatına kast etmişti.
Belki genç kadının umutları vardı. Her kadın gibi sevgiye, daha fazlası güvene ihtiyacı vardı. Belki de aşk mesajı onu eski hayal kırıklıkların, incinmelere ve aldatmalara sürüklemişti.
Belki zamansız adam geçmişte hep yarım kalmanın ezikliğiyle bu defa duygularını içinde saklamamıştı. Ama bu defa da içinde sakladıklarını, saklamadığı için yeniliyordu.
Bu duyguları her defasında içinde saklarken bir zaman bir kadınla karşılaşıyor ve unutmayı becermeye çalışıyordu.
Belki aşk bir ilişkide sevgi, emek, gerçeklik derken yıllarca yaşadığı bir kadının 'ayrılmak istediğini, zaten ilişkiye aşk olarak başlamadığı söylemesine’ intikam almak istemişti.
İntikam almak onun işi değildi. Ama ayrılma sürecindeyken duygularına karşı koyamamıştı. Ve aşk gerçekliği kendisinin infilak etmesine giden süreci başlatmıştı.
Çocukluğu aşk masallarıyla geçen zamansız adamın, aşk a dair kutsal fikirlerinin olması, elbette bir kabahat değildi.
Kahramanlık, aşk ve ihanet hikâyeleri büyütülmüş bir adam başkaca ne yapabilirdi? Zaten hayat arkadaşı da ondan başka bir aşka yelken açması için ayrılmıştı. Neden aşka karşı koysundu. Ve neden aşka mahkum olmasındı?
Evet, her defasın da karşısındakini değiştirmeye çalıştığın da aşkın devrim gibi zor ve ırak olduğu gerçeği onu zamansız, belki de bahtsız bir hayatta mahkum etmişti. Zaten ikisini birbirinden hiçbir zaman ayırmamıştı.
Biliyordu, o bu mahkûmiyeti tek başına yenemeyecekti. Ama hiç kimse de onunla birlikte olmak zorunda değildi. Bu yüzden bir ilişki için çaba harcamış ve genç kadına aşık olduğunu itiraf ederek sınırı aşmıştı.
Çünkü kendi gerçekliğine isyan ediyordu.
Çünkü imkansızı değiştirmek istiyordu.
Ama zamansız, aşık, omzunda onca yükle o bahtsız ve yalnız bir adamdı.
Biliyordu, kadın ondan daha şanssızdı. Belki aldatmıştı, belki de daha fazlası aldatılmıştı.
Ve imkansızı denemek için zamansız adam kadar derinlere dalmak gibi bir derdi yoktu.
Deniz perdesini kapatıyor ve son sözünü sorarken o can havliyle kendini mavi perdeye atıyordu.
Zaman, mekan, aşk, ilişki, gerçekler ve imkansızlıklar denizin dalgalarında çarpışıyor, zamansız adamı karmaşık gerçeklerle beraber gizemli mavi bir adaya sürüklüyordu.
O adadan dönebilir miydi?
Dönerse hayatın gerçeklerine yenilmek, duygularını gizleme zorunluluğunun ağırlığı altında bir kez daha ezilecek miydi?
Ama kadın zaten kararını vermişti. Zamanı bulamayan adamın artık bir şey yapmasına gerek yoktu.
Ve adanın kıyışımdan gözlerine çarpan binlerce yıllık kentin surlarının gölgesi ona kendi zamanını hatırlatıyordu. Direnmek mümkündü ve zamanı öylece yakalayabilirdi.