Hiç böyle gökyüzünde heyecansız uçtuğunu hatırlamıyordu. Daha bir yıl önce yükseklerde yavrularına heyecanla yem götürdüğü bir yuvası vardı. Ama o yuva yavrularıyla beraber insanların talanından nasibini almıştı.
Şimdi her leylek gibi bir yuva kurmanın çabası içindeydi. Doğada rastgele yerlerde tehlike altında konaklıyordu.
Ama nasıl ve nerede yuva yapacaktı, bilmiyordu. Yüksekler artık kartallar, leylekler ve diğer akraba kuşlar için güvenli değildi. Zaten yuva yapacak yer bulmak artık çok zordu.
Çünkü insanlar buraları ya işgal ediyor ya da işgale hazır hale getiriyordu. İnsanlar yüksek yerlere betondan barınaklar yapıyordu. Ya da kalabalık büyük kalelerle kuşların barınma alanlarını tehdit ediyordu. Uzun zamandır yuva yaptıkları eski yüksek ağaçlar da kesilmişti. Bodur ağaçlar ise yuva için güvenli değildi. Zaten ağaçlar her yıl yanıyordu. İnsanlar eskiden yuva kurdukları direkleri de değiştirmişti. Ve yeni direkler de yuvaya uygun değildi.
Sonuçta bir leylek olarak yükseklerde yuva yapması tamamen tesadüflere kalmıştı. Ancak avlanma sahalarına uzak yüksek dağlara gidebilirdi. Bu da fazlaca uçmasını gerektiriyordu.
Oldukça sıcak bir havada , bulutsuz bir gökyüzünde insanlara ait hava araçlarının ortasında, yalnız başına ve tereddütle uçuyordu. Havada sürekli yolunu değiştirmek zorunda kalıyordu. Çünkü insanlara ait çok sayıda hava aracına çarpma riski oldukça yüksekti. Aşağılarda gözüne çarptığı av olabilecek az sayıdaki canlıyı önemsemiyordu. Yuva olmadan iyi bir avlanmanın anlamı da yoktu.
Yarı aç susuz ve hayalsiz öylesine uçarken eskiden göçmen balıkların geçtiği, her daim onları aç bırakmayan nehirle karşılaştı. İçinde insan dahil onca canlının yazın yüzdüğü nehir maalesef kupkuruydu. Etrafta bodur çalılıklar dışında ağaç kalmamıştı.
Nehrin suyuna ne olmuştu?
Koca nehir nasıl buharlaşmıştı?
Nehrin üzerinde kuzeye uçarken koca bir kaya farketti. Kayanın dibinde az bir su vardı. Kanatlarını çırparak kayaya kondu. Kayanın dibinde birikmiş suda maalesef yaşam izi yoktu.
Yavaşça suya indi. Sağ tarafta bir yılanın kaçmaya çalıştığını farketti. Yukarıdayken onu nasıl farketmemişti. Yılan muhtemelen suya gelmişti.
Belki o da doğanın kuraklığından kendini leyleklerden korumayı unutmuştu.
Hatta artık ortada az gezen leyleklerin tehlikeli olabileceğini unutmuştu.
Doğanın kısa sürede bu kadar değişimi tüm canlılar gibi yılanı da şaşırtmıştı. Yılanı rahatlıkla avlayabilirdi. Belki soyu tükenen bir cinsti. Öyle ya onlarla artık sık karşılaşmıyordu. Büyükleri ona avlanırken doğanın dengesine dikkat et diye tembih ederlerdi. Bu yüzden kaçmaya çalışan yılanı gagalamaktan vazgeçti.
Gagasını suya bıraktı. Uçmak için yeterli su aldığını hissedince tekrar nehrin kaynağına doğru kanatlandı.
Kayalar, dereler, çalılıklar her yer insanların işgali altındaydı. Böyle giderse ne bir kuşa ne bir böceğe yuva kurmak kısmet olmayacaktı.
Nihayet nehrin kaynağına, yalçın dağların doruklarından akan şelaleye ulaştı.
Ama şelale düşmüyordu. Çünkü insan evladı onu borularla kapatmıştı.
Ve su borularla beton yığınlarının olduğu yere gidiyordu. İnsanoğlu suyu diğer canlılardan böyle çalıyordu. Etrafına baktı. Şelalenin üzerindeki kayalıkta yuva yapabilirdi. Burada insanlara ait bir yapı görünmüyordu.
Yine de onlardan korkuyordu. Buradan suyu alabilen zihniyet , kayalara neler yapmazdı. Daha uzakta koca bir kayanın üstü daha güvenli görünüyordu. Yuvasını oraya kurabilirdi. Şimdi yuva için malzeme aramaya çıkmalıydı.
Nehri takip ederken bir ot yığınını farketmişti. Oraya doğru bu defa heyecanla uçuyordu. Uzun zamandır görülmeyen bulutlar da bir araya gelmeye çalışıyordu. Belki doğa bu sıcakta bir şakaya hazırlanıyordu.
Nihayet o tarlayı buluverdi . Ot yığınının etrafında kimse görünmüyordu. Dikkatlice yavaş yavaş sarı tarlaya indi . Ot yığınından ayaklarıyla ot alırken birden elinde silahlı bir insanla karşılaştı. Nerden çıkmıştı, nasıl farketmemişti?
Aslında şaşırmamıştı. İnsan pusu kurmayı ve öldürmeyi iyi beceren bir canlıydı.
Uçarsa vurulacaktı. Ot yığınına daldı. Ayaklarıyla aldığı otları adamın üzerine atıverdi.
Birden gök gürültüsü ile şiddetli fırtına kopuverdi. Fırtınadan silahlı insan dahil hiç bir şey görünmüyordu.
Ani başlayan fırtına yine ani olarak durmuştu. Ot yığını fırtına darbesiyle dağılıvermişti.
Ve doğanın ani öfkesiyle vurulmaktan kurtulmuştu. Belki o yılanı serbest bıraktığı için doğa onu korumuştu.
Belki de doğanın öfkesini bilmek gerekiyordu.
Havaya dağılan otlardan bir kısmını gagasına aldı. Artık yuvasını o kayalığa kurabilirdi. Yalçın dağlara özgürce uçarken doğanın öfkesini düşünüyordu.
Aslında o bir öfke değildi. O bir umuttu . Ve doğa insanlara da bir gün o umudu hatırlatacağını iyi biliyordu.