“Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman bedenin diğer uzuvları uykusuzluk ve ateşli hastalığa tutulurlar” (Buhari, Edeb 27,Müslim, Birr 66)
Evet İslam ümmeti bir bedendir, kocaman bir tek beden, ancak ümmet olarak yıllardır bedenimiz kanıyor. Bu mübarek beden yaralanıyor, parçalanıyor. Elimiz, kolumuz kesiliyor bacağımız kopuyor, dağılıyoruz. Bedenimizin her bir azası bir başka tarafa savruluyor, kan kaybediyoruz, gözyaşı döküyoruz. Beynimiz, kalbimiz, her zerremiz sızım sızım sızlıyor.
Tarih, hak ve batıl mücadelesinden ibaret olmuştur her zaman. Tarihin her döneminde insanoğlunun yaptığı zulüm ve akıttığı kanlar inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Batılın temsilcileri her daim hakkın karşısında durmuşlar, hakkın sesini susturmak için kan akıtmaktan çekinmemişlerdir. Zulüm söz konusu olunca akıl ve havsalanın almakta zorlandığı manzaralarla doludur tarihin sayfaları. Bu kadar da mümkün mü dedirtecek türden zorbalıklar, soykırımlar yaşanmıştır. Ama tarihin hiçbir döneminde bu vahşet bütün dünyanın gözü önünde sinema filmi seyreder gibi gerçekleşmemiştir. Bu yönüyle bizler bambaşka bir zulme, tüm dünyayı içine alan, hiç kimsenin bu zulümden geri kalmadığı bir duruma tanıklık ediyoruz. Bu öyle bir zulümdür ki buna sadece İsrail değil bütün yeryüzü ortaktır. Dolaysıyla yapılan bu merhametsizlik tüm dünyayı sarıp sarmalamış, kasıp kavurmuştur. Hiç kimse bundan yakasını kurtaramayacaktır, bütün dünyalılar bunun hesabını verecek, bundan sorgulanacaktır. Ve her biri bunun sonucuna katlanacaktır, er ya da geç.
Filistin halkına reva görülenler, Hz. Hüseyin'e yapılanları hatırlatıyor. Koca dünyada, Kerbela denilen alanda hapsediliyor O’da, tıpkı Filistin halkının hapsedildiği gibi. Hani açık hava hapishanesi deniyor ya... Hapishaneden bin beterdir bu açık hava dedikleri, zira temel yaşam ihtiyaçlarından mahrum bırakıldıkları gibi ölümden başka seçenekte yoktur kendileri için. Yanı başlarında akan koca Fırat’ın suyunu bile almak için gittiklerinde ok yağmuruna tutulup öldürülüyorlardı, tıpkı Filistinliler gibi. Bugün Filistin halkı dünyanın gözü önünde açlık susuzluk çekerken başka birileri çok yemekten geberiyor. Filistin’in bombardıman altındaki halkı tedavisizlikten ölürken, bazıları ise bırakın tedaviyi, güzellik salonlarından çıkmıyor. Orasını burasını estetik yapmaya zaman ve milyonlar harcayabiliyor.
Hüseyin ve yarenleri de Filistin halkı gibi dört bir yandan kuşatılmış başka bir yere gitmelerine engel olunmuştu, Yerlerinde kalsalar da ölüm, gitmeye kalksalar da ölüm, zulüm, kan, gözyaşı... Zalimler hz. Hüseyin ve 72 yarenini öldürmekle kalmadılar, bu onları rahatlatmadı, kinlerini söndürmeye yetmedi... Başlarını kestiler, bununla da yetinmediler, mübarek cesetlerini soydular ve atların ayakları altında defalarca çiğnediler. Sanki cesetlerin kalkıp kendilerinden hesap soracaklarından kokar gibiydiler... Kundaktaki bebeklerini dahi öldürdüler. Filistin halkına da benzeri yapılıyor. Yaralılar ve bebeklerle dolu hastahaneler bombalanıyor. Akıl almıyor, ölmüş bedenleri bile çiğneyip kundaktaki bebekleri yok etmelerini... Aslında Rabbimiz bunu yapmalarının altındaki psikolojik sebebi bir cümleyle anlatıveriyor. “...Onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur” (Tevbe/56) Hakk’ı savunanların ölüleri ve bebekleri bile onların ödlerini patlatmaya yetiyor.
Bugün Hz Hüseyin'e ve ailesine yapılan soykırımın, mezalimin bir benzerini yaşıyoruz gözlerimizin önünde. Elimiz kolumuz bağlı gibi duruyoruz. Yapacak bir şey yok mu gerçekten?..
Ne yapmalı diye soranlara derim ki; şimdiye kadar ihmal ettiklerimizi düşünüp kararlılıkla ayağa kalkacağız;
1- Tüm yaralarımıza, kan kaybımıza, acılarımıza dahası, parçalanmışlığımıza rağmen bir ve beraber olacağız. “Hepiniz toptan Allah'ın ipine sarılın bölünüp parçalanmayın “ (Ali İmran 103)
2- Bilinçli, şuurlu bir nesil yetiştirmek gayreti içerisinde olacağız. Kendine güvenen. Duruşu ile, oturup kalması, kılık kıyafeti, adetleri, değerleri ile islamca duruş sergileyen, Allah’tan aldığı güçle kendine güvenen bir nesil. “İnanıyorsanız üstünsünüz” ilahi mesajı içselleştirip başka milletlere öykünmeyen.
3- Hafife alma gafletine kapılmadan, duaya sarılıp Allah'tan yardım isteyeceğiz. Dua ki!.. Peygamberimiz, ben atam İbrahim'in duasıyım buyurarak duanın gücünü ve etki alanını gösterdi bize. Yani son peygamber yine yüce bir Peygamberin duasının sonucudur. Ya biz, bizler kimin duasıyız acaba. Ve yeni nesil belki de bizim dualarımızın sonucu olarak geleceği inşa edecekler, Selahaddin’ler olup umutlarımızı yeşertecekler. Dua umuttur. Duayı az görmek umudu kaybetmektir. Umudunu kaybedenler geleceğini kaybederler. Çünkü biz imanımızla güçlüyüz, hiç düşünemediğimiz kadar büyük bir gücümüz var üstelik. Yeter ki bu gücün farkında olalım.
“Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.”
Ve müjde... “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yarından da yakın.”
“Ümitvar olunuz! Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür sada İslam'ın sadası olacaktır!”
Son söz: İlahi müjdeyi unutmayalım... “...Zalimler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini görecekler.”