Toplumsal yapı dediğimiz kavram, toplumun kültürel, ekonomik, demografik vb. değerlerinin toplamıdır. Bu yapının değişimi ise toplumsal kırılma anları, halk hareketleri, devrimler, ekonomik ve üretime bağlı değişimlerden etkilenir. Siyasi rejimlerdeki değişimlerin de bu toplumsal yapının değişimi ile doğrudan ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle devrimler siyasi rejimlerin ya da yönetim – seçim biçimlerinin değişimi konusunda oldukça büyük etkiye sahiptir. Devrimler, zincirleme bir şekilde kendinden önceki devrimlerin açtığı yolda gelişebilir, toplumların devrim gelenekleri ve birikimleri bir sonraki devrim için ivme kazandırıcı bir etken olabilir. Bunu Türkiye üzerinden örneklendirecek olursak; Jön Türkler’in etkisiyle olan 1908 Hürriyet Devrimi, 1923 Kemalist Devrim için dolaylı da olsa yol açıcı bir etkendi.
Siyasi rejimlerin değişimi ya da çöküşü sadece o toplumdaki değişmelere değil bir de o an yönetimde bulunan grubun durumuna da bağlıdır elbette. Örneğin, Roma rejimlerinin çöküşünün çoğunlukla yönetimde bulunanların ihtiraslarının ve uygulamalarının Roma kültür ve geleneğine uygun olmadığı ve toplumsal düzene zarar verdiği, bütün bunların da rejimlerin çöküşünde büyük bir etken olduğu söylenir. (Kalaycıoğlu, 2016) Düşünürler de siyasi rejim ve kuramları yorumlarken içinde bulundukları toplumsal yapının gerekliliklerini ve dönemin zorluklarını yansıtmışlardır. “Ben ve korku ikiziz.” diyen Thomas Hobbes eseri “Leviathan”daki yer yer mutlak monarşiye kayan görüşlerini dönemin gerekliliklerine uygun görür. Yani toplumsal gelişmeler ve siyasi rejimler arasında doğrudan ve oldukça büyük bir etkileşim söz konusudur. Hobbes’un organizmacı görüşünü yansıtan Leviathan’ın 1651 baskısının kapağındaki ünlü resim, gövdesi birçok insandan oluşan dev gibi bir insanı, yani ölümlü tanrıyı-yöneticiyi gösterir. İnsanlar birleşerek yapay bir insan olan siyasal bedeni yaratmışlardır; ama yaratılan bu ürün, yaratıcılarını kendi içine çekmiştir, hatta onları kendi içinde biçimlendirmiştir.(Ağaoğullar&Köker, 2013) Yani yöneticiyi oluşturan var eden şey yönetilenlerin kendisidir. Lâkin şöyle bir ayrım vardır ki yönetilenler oluşturduğu yönetici bedeniyle tek başlarına oldukları hallerinden daha güçlü bir görüntüyü oluştururlar.
Siyaseti Kime Bırakmalı?
“Siyasete hiç girmeyelim.”, “Olayı siyasi açıdan ele almayalım.”, “Siyasete bulaşmamak gerek.”… Buna benzer kalıpları günlük hayatımızda sıkça duyarız. Gerçek, bu kalıpları ne kadar sıkça kullansak da siyasetten uzak durmaya çalışsak da bunun pek de mümkün olmadığıdır. Çünkü siyaset, toplum durumunun neredeyse her alanına sirayet etmiş ve de bireylerin yaşamını dolaylı da olsa etkilemiş bir eylemler ve düşünceler bütünüdür. Siyaset kavramını yok sayıp hayatından çıkarmaya çalışan kitlenin sahip olduğu bir tezat vardır. Halk, talep ettiği refah düzeyi için iyi ve “halkçı” siyasetçiler tarafından temsil edilmek ister. Hem bu isteğe sahip olup hem de siyasetin uzak durulması gereken tehlikeli bir alan olduğunu düşünüyorsanız büyük bir çelişki içerisindesinizdir. Siz istemeseniz bile siyaset hayatınızın her alanına yayılmıştır. Ekmek alırken verdiğiniz vergiden, daha iyi ve korunaklı bir ülkede yaşama isteğine değin tüm yollar siyasetle bir şekilde bağlantılıdır. Etik ve halkı gözeten siyaseti desteklemek ve çemberin içinde yer almak bilinçli bir halkın kaçınılmaz sorumluluğu dahilindedir. İdeal düzende aslında siyaset, halkındır! Bitti