İnsanoğlu, elle tutulur ve gözle görülür maddi haklarını aslanlaşarak savunur da, ruhunun kutlu bildiği manevi değerlerini savunmakta gevşek davranır ne yazık ki...
Mülkünde başkalarının yapacağı en ufak değişikliğe köpürür de, ruhumda yapılan değişmelere göz yumar. Müslümanları, bugün değiştirdiler adeta. Başka bir insan yaptılar ve gamsız hale getirdiler.
Bir düşüncesi, bir iddiası, bir inancı ve bir görüşü olan insan, öbür insanları, zorla ve tehditle değil, en güzel yoldan kendine çağırarak kendine bağlar ve yoluna çeker.
Müslümanların bu hale gelmesinin kuşkusuz çeşitli nedenleri vardır. Şöyle ki: bugün İslam dünyasında yüzeysel bir dindarlık hüküm sürmektedir. Eleştirel bir tarih yoktur İslam ülkelerinde. Sorgulama, kritik ve tenkit anlayışı kaybolmuştur artık. İslam'ın kendisiyle karşılaşmak istemiyoruz ve bir hamaset kültürüdür başını almış gidiyor. Bundan bir asır önce, Müslümanların içine düştüğü hazin durumu dile getiriyordu Mehmet Akif:
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!”
Diyerek İslam ülkelerindeki sıkıntılara ve karışıklığına işaret etmiş ve tespit etmişti. 1500 yıl, sadece ibadet ve itikatlar bütünü olarak değil, toplumu her bakımdan, hatta siyasi ve iktisadi açıdan da düzenleyen bir medeniyet ve dünya görüşü, birdenbire hurafe ve dini menkıbeler bütünü haline getirilmiştir. Aynı Akif:
“Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir.”
Demesinin kuşkusuz çeşitli nedenleri vardır. Müslümanlar, tarih felsefesini bir kenara bırakarak eleştirel bir tarihe veda ettiler ve entelektüel hesaplaşmanın zorunlu olduğunu unuttular. Şanlı tarih, ezan ve bayrak, bu uyuşturucunun sonucu olarak ortaya çıktı. Çünkü akla veda eden bir anlayış egemen kılındı tüm İslam dünyasında. Tasavvuf, bugün kendisi yok adı var ve dijital sömürgecilik tüm İslam ülkelerini işgal etmiş bulunmaktadır.
İçinde bulunduğumuz zamanı ve çağı idrak etmek, evet, var olmak, kayıtsız şartsız Müslümanın görevidir. İnsanlık kürsüsüne rakipsiz olarak yerleşecek ve getirdiği mesajla, insanı yeniden bir uçurumun, atom ve feza uçurumlarının ucundan döndürecek olan İslam’ın egemen olması için çalışacak. Oysaki bugünün Müslümanı, her yerde, infaz bekleyen idam mahkûmları gibi donuk ve bitkin yerinde durmaktadır. Ağzına kadar çıkar ilişkisi ile hareket etmekte ve yığınlar İçinde kaybolup gitmektedir. Yığınlar ise, her türlü düşünce ve duygu kurumlarını şartlandırmış, tersine bir ortaklıkla ayarlanmış kurumlar da yığınları şartlandırmakta ve bu karşılıklı şartlanma gittikçe artmakta ve hızlanmaktadır.
Ortadoğu insanı, sahtenin labirentlerinde dolaşa dolaşa hakiki gün ışığına çıkmadığı müddetçe ve kendi ortak kültürünün dirilişine şahit olmadıkça kurtulması ve ayağa kalkması mümkün değildir.