Şehir hayatında çok önemli bir yere sahip belediye başkanları, 1960 Askeri darbesine kadar hem vali idiler ve hem de belediye başkanı. Hatta Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’la ilgili çok ilginç anekdotlar anlatılırdı İstanbul’da vali ve belediye başkanı olduğu dönemlerle ilgili olarak…
Cumhuriyet döneminin ilk zamanları ve öncesinde, belediyelerin adı “şehremaneti” (şehir emaneti), belediye başkanlarının adı da “şehremini” (şehir emini) idi.
Güncel anlamda dünün belediyeleri, şehrin esas sahibi ve yerleşik sakinleri adına ahalinin iş hayatı, medeni ilişkileri ve müşterek yaşamının ekonomik, sosyal ve yasal gereklerini “hak, hukuk, adalet ve bilge dayalı” düzenleme görevi yüklenmişti. kişiler için geçici-emanet, yani yerel halk adına emanetçi kurumlardı.
Bunlar, yani “şehremini”, kul hakkına riayet eder, Belediyeye “Beytü’l-mal” gözüyle bakarlardı. Dayanaklı iş, icraat, eylem ve faaliyetlerde bulundukları içindir ki, şehir emaneti, yani belediyenin başına (başkanlığına) halk içinde muteber, çok emin, namuslu, dürüst, erdemli bir adam getirilir ve bunun adına da “şehir emini” denilirdi.
Her ne kadar zaman içinde anılış biçimi, isim ve hukuki içeriği değişmiş olsa da, Cumhuriyetle birlikte bu usul, esas, anlam ve yüklem asla değişmemiştir. Halk, daima her belediye başkanını “şehir emini” olarak görmek, bilmek, ona inanmak ve güvenmek ister.
Fakat zamanla ve özellikle günümüzde istisnası olmakla beraber, bu kurum, deyim yerinde ise “kediye ciğeri teslim etme ya da kurda kuzuyu emanet etme” şekline geldiği görülmekte ve korkunç bir talan ve yağma kurumu haline gelmiş bulunmaktadır.
Bunun da nedeni belediye başkanlarının partiler tarafından gösterilmesi ve seçilmesidir. Oysaki gerçek parti, yalana değil hakikatlere dayanan partidir. Kişilere değil, düşüncelere, ilkelere dayanan partidir. Şahıslar geçip gider partiler de kalmaz ebediyen kalacak olan hakikattır.
Politikanın halka açık olmasının yararları vardır elbet. Böylece yönetim denetlenmiş, her an ve eylemiyle izlenmiş olur. Bu kural, demokrasinin terazide ağır basan kefesi…
Ancak, öbür kefede bazı ağırlıkların olması da gerekir. Halkın her şeyi unuturcasına kendini politikaya kaptırması ve yanlış da yapılsa, onu doğru kabul etmesi ve savunmaya kalkışması ve terazinin olumlu kefesini havaya kaldıracak kadar ağırlıkta olması, bir dezavantaj olarak görünmektedir.
Necip Fazıl, Birçok yazısında şehirden ve ideal bir şehrin nasıl olması gerektiğinden söz açarak İstanbul’a göndermelerde bulunur. Üstat, 1939 yılında çerçevesini belirlediği “Belediye Reisinin özelliklerini ve yeni adayların dikkatlerine sunmak istiyorum” diyerek bazı açıklamalarda bulunur. “Umulur ki, 1939’lardan bugüne ve gelecek 5 yıla ilham olabilsin” temennisinden önce şöyle bir başlık atar yazısına.
“Şehir planı yaptırmışız, ne çıkar? Belediye reisinin şahsiyet planını yaptıralım!" Der ve ekler: "Bedii idrak sahibi Belediye Reisi..." Yani, “Estetik bilinç sahibi belediye başkanı”…
Necip Fazıl’a göre, “ Belediye Reisi tipini tanımadıkça onu bütün şartları ile belirtmedikçe, temel davalarımızdan biri olan umran (bayındırılık) işini kökünden yakalayamayız.
Örnek Bir Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bilgin: Tüm bu olumsuzluklara rağmen geçmişte örnek alınabilecek belediye başkanları da gelmiştir. Bunlardan biri de kuşkusuz 1994 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanlığına seçilen Ahmet Bilgin Bey'dir.
Bir hukuk profesörü olan, birçok dil bilen ve çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Ahmet Bilgin, üniversitelerde yerine getirdiği görev ve hizmetler neticesinde sahip olduğu bilgi birikimini memleketiyle buluşturmak amacıyla 1994 yerel seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Bakanlığına aday olur ve kazanır. Başkanlık döneminde kısıtlı imkânlara rağmen yürütülen birçok proje ve gerçekleştirilen hizmetler, taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanır. Nitekim Belediye Başkanlığı görevindeyken birçok ödül alır ve yürüttüğü belediye hizmetleri, Türkiye’nin gündeminde sürekli yer alır ve örnek gösterilir. Devam Edecek