Oysa ‘yaşayanlar yalnız değildir’ demek isterdi

Hava gerçekten kurşun ötesi ağırdı. Ve düzenin mekanik sıcaklığı kent sakinlerini yürek ötesi yakıyordu.

Ama o yüreği gibi sesi yanık kadın ‘yanmak istiyorum’ der gibi siyah entarisiyle sahneye ağır ağır yürüyordu.

Her zamankinden daha tedirgin adımlarla kalabalığın önüne çıktı. Yine her zamanki yaptığı gibi birazdan okuyacağı kağıda baktı.

Ama okumadı. İzleyenlere ‘ben ne okuyacağım ki zaten hepiniz çaresizsiniz ’ der gibi bakıyordu.

Ama bir defa sahneye çıkmıştı. Yaşayan kadınların sessiz çığlıklarına ses olmaya yetemiyorken mezarda ölü bir kadına çığlık olmaya çalışacaktı.

Gizemli bakışları ikircikli izleyicilere acabalar dedirtiyordu.

Bu açıklamayı neden kendisi okuyordu?

Işıldayan gözlerinde ki öfke kimlere aitti?

Gözlerinden akan hüzün bu kentin suskunluğuna olan itiraz mıydı?

Sadece mezardan kaçırılan kadının isyanı için miydi?

Ona bunu yaptıran kadını mezardan çıkartan erkek sürüsüne olan nefreti miydi?

Ölülere dahi umursamaz kalan bir halka olan kızgınlığı mıydı?

Bu duyarsızlığın bir şekilde sürgit gitmesine miydi?

Nicedir bu kentin zavallı insanları şekline şemailine duraksamalarına bakarken o bu bezirgan düzenden öte, bu suskun ve suçlu topluma içerleniyordu.

İzleyenler tedirgindi. Hiçbiri ondan uzaklaşamıyordu. Elindeki kağıt parçası kor gibi yandı yanacak gözleri kamaştırıyordu.

Ya o kağıt yanarsa ne yapacaktı?

Kadını izlerken birden gerçeklik içinde olmayabileceği şüphesine düştü. Belki açıklama konusu o ceset kadın gibi tarihin bu anına alet olmak ağır geliyordu.

Kadın açıklamaya bir türlü başlayamıyordu. Elbette o mezardan kovulan kadının çığlığını, maaşlı robotlara dönüşen beyaz cam spikerleri gibi okuyamazdı.

Evet, okurken açıklamaya ruh vermeliydi. Mesele anlatmak değil kadının çığlığını ulaştırabilmekti.

Bu suskun kentin sakinlerine sessizliğin böyle gidemeyeceğini haykırmalıydı.

İzleyenler arasında siyahlı kadını takip ederken bir anda karşısında alışılagelmiş beyaz cam spikeri açıklama okurken görünüverdi. Sonra bir anda kayboldu.

İçinden sahnede ki kadına ‘çok şükür bir hayaldi, sen öyle değilsin’ diyordu. Ve de ‘heyecanlısın, öfkelisin, sitemkarsın, bunların tümü güzel ben seni anlıyorum diğerleri anlamasa da olur ‘ diyordu

Kadın onu boşa çıkarırcasına birden hızlıca okumaya başladı. Elindeki kağıt daha da korlaşmıştı. Batası bir mekanik mükemmellik, açıklama okuyan kadına ve onu özel ilgiyle izleyen kendisine ağır geliyordu.

“Bir ana, Bir emekçi, Hırsız yetiştirmemiş. Katil yetiştirmemiş…”

Cümleler anneler gününde kağıda yazılı haliyle devam ediyordu. Açıklamada dikkat çeken ‘döneminyaralı serüvencilerden birini yetiştirmiş ‘ olmasına yapılan vurguydu. Evet, bu cümle kadının yaşamın her alanında basılmadık yer bırakmayan kızını anlatıyordu. O serüvenci ki sokakta ölü halde bırakılma ihtimali olan kadınlarla yoldaş olmuştu. Hatırlıyordu, onu en son yıkık, çökük ve ölü kokan kent savaşı gazisi harabelerin ortasında çığlık atarken görmüştü. Dalgalı zaman da sıkça karşılaştığı dönemde enerjisini mazlumun yanında olmaya harcayan kadın bedel olarak annesinin mezarlıklar arasında dolaştırılması ile ödüyordu.

Ve o yüce dağın eteğinde temsili mezara gömülen bir ülkeyi mezarda çıkaran bir kuşağa aitti. Ama bir ülkeyi mezardan çıkaran bir kuşağın temsilcisiyken şimdi annesi mezralıktan çıkarılıyordu.

Kadını izlerken yıllar öncesi öfke kısmı fazla olan kendi heyecanını yeniden yaşıyor gibiydi. Acısının kapalı bir ortamda bir avuç yoldaşıyla paylaşma, çığlık atacağı dünyanın dört duvar arasına hapsolmasına tanık olma, kızgınlığını heyecanla bastırma kurşun gibi yıkıcı geliyordu.

Sesiz ve sakin görünen itaatkâr toplumdan endişeliydi. Kentte çökmüş gaflet uykusunun devamından korkuyordu.

“Ölülerimiz sahipsiz değildir!” diyordu.

Oysa ‘yaşayanlar yalnız değildir’ demek isterdi. Evet, ölülerin sahipsiz olmadığı ihtiyacını haykırmak zorunda kalan bir toplumun parçasıydı.

Bir çığlığın uzun bir zamanda en kısa haliyle taşınmasıydı. Bitince gözleri umutlanmaya çalıştığını fark etti. Kadının gözleri daha bir ışıldadı.

Ve ışıltı ile birden kağıt yanıvermeye başladı. Ama kimse yanan kağıdı söndüremedi. Zaten o kağıdın da başkaca bir şeyi yakmaya niyeti yoktu.

Yanan bir tarihi anın kendisi miydi?

Yoksa kadının çığlığının kendisi miydi?

Gördüğü öğretilmiş bir gündüz düşü müydü?

Biliyordu, her nasılsa bu kurulu düzenin değişimi için kendini fazlasıyla heder edecek birileri her zaman çıkıyordu.

Şimdi onlardan sadece birisi mutlu mutlu yanıyor gibiydi.

Ve yangın yeri ülkede ve bir anneler gününde ve de mezarında bile rahat bırakılmayan bir anneye ancak yanık yüreğiyle selam diyebilirdi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri