Türkiye bir rutinler ülkesi oldu son yıllarda.
Önce genel sonra yerel, sonra referandum, sonra erken, sonra çok erken seçimler…
Ne çok seçim yaşadık…
Bu arada geliştik kalkındık, büyüyüp serpildik, ekonomik krizler hep teğet geçti bizi…
Sonra felaketler geldi ardı sıra; Önce global bir pandemi akabinde ekonomik kriz. Tam belimiz doğrulacak derken asrın felaketiyle sarsıldık.
Rutinler bozulmadı ama, bir yıldan az bir zamana sığacak üç seçim olacak hem de ekonomik krizin gölgesinde.
Kolay değil neredeyse çeyrek asırlık rutinler öylesine geçip gitmiyor.
Değiştiriyor, dönüştürüyor, varlığına alıştığımız onca şeyi alıp götürürken, nasıl olduğunu bile anlamıyoruz.
Ama zaman yıpratıyor her şeyi. Bir de bakmışsınız her şey hoş bir seda kıvamında…
Bir insanın ev ile işi arasındaki rutinde değişen mekanlar, sokak silütlerini değiştiriyor.
Anlamıyoruz bile.
Mesela daha önce bir çırpıda yabancı olduğunu anlayabileceğiniz insanlarla dolmuş yerli-yabancı turistlere bakmıyoruz bile.
Kafelere dönüşmüş Diyarbakır evleri, lokantaya dönüştürülen hamam, soluksuz vızır vızır geçen arabaların eksozlarını çekerken içimize nelerin değiştiğini fark bile etmiyoruz.
Aslında fark ediyoruz da görmezden geliyoruz.
Uzun zamandır akasya kokusu almadım kentin hiçbir yerinde.Öyle hoş bir koku ki anlatılmaz…
Belki de kentin kötü kokusunu azaltmak görevinde şu sıralar…
Asfalta, arabalara, korna seslerine boğulmuş bir kentte rüzgarda salınan akasyanın varlığını fark bile edemiyoruz.
Aslında kimi rutinler güzeldir.
Leyleklerin gelişi, badem ağaçlarında çiçeklerin açması, güllerin, akasyanın enfes kokusu, sabahın esnaf telaşı, kepenklerin kulak tırmalayan sesi…
Evet, soluksuz geçti yıllar…
Yağma Hasan’ın böreğinden nasiplenenler, Selim’in aşkını bilmediler bilemeyecekler hiç. Alişan’ın yumruğunu neden ısırdığını, Deli Yaşo’nun en çok neye kızdığı hatırlamayacaklar…
Sahi seçim demiştik değil mi?
Kimin umurunda?