Diyarbakır için Yaşar Kemal “Akreplerin ve Güllerin Başkenti” der.
Kaynağını teyit edemediğim dizelerle devam edelim:
Dicle’yle Fırat arasında
İpekten sedirlerinde Kur’an okunan
Açık pencerelerinden gül dolan
Güneşin beyaz köpüklerinde yanmış
Bir şehir bir eski kanatlar ülkesi.
Gündüzde bile
Bir toz var yaz yarasalarından,
Bir akrep kabartması surlardan Asur’dan
Güneşi bir taş gibi fırlatan
Dicle’nin köpüklü dudaklarından
Dicle saralarından
Aslan başlı çeşmelerden
Taçlı güneşli aslan heykellerinden”
***
Karpuzu, Surları ile gölgelenemeyen birçok simgesiyle Diyarbakır, yazralara, şairlere ilham olmuş sırlı hikayeler, şiirler şehri.
Şimdilerde gül ve dut zamanı…
Kaldırımları duta bulanan şehir şifasını arar.
Gül basar yarasına bir yandan...
…
Bereketli Hilal’in kuzey ucu; Anadolu ile Mezopotamya arasında kültürel, ticari köprü…
Bu köprü vazifesi sadece ticareti canlı tutmamış, kültürel etkileşimleriyle de zengin bir tarih geçmişi kazandırmış kente.
Farklı dinlere, kültürlere, dillere; dergahlara, mabetlere, inançlara, değer katan bir anlayışın şehri.
Kültüründen, diline, yemeklerinden, şarkılarına kadar her birinde ayrı bir tat, ayrı bir tarih barındıran kadim kent…
…
Ahmed Arif, KAN kırmızı yediverenleri anlatır ve şöyle der:
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...
Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz…
Anlat anlat bitmez Diyarbakır, her kim ki üstüne katarak anlatmışsa selam olsun…