Japonya’da 4. yüzyılın sonlarına doğru tahtta oturan İmparator Nintoku, bir gün yüksek bir kuleye çıkar ve ülkesine bakar.
Gökyüzüne doğru yükselen tek duman dahi göremez ve halkının yoksul düştüğünü ve bu yüzden kimsenin evinde pirinç bile pişiremediğini kanaat getirir.
Hemen bir ferman çıkaran Nintoku, halkın üç yıl boyunca sadece kendileri için çalışması yönünde bir karar alır.
Sarayın çalışanlarını da evlerine gönderir. Sadece kendileri için çalışan ve vergi de ödemeyen halk, üç yılın sonunda bolluğa kavuşur.
İmparator üç yıl sonra tekrar kuleye çıktığında, ülkenin her yerinde ocakların tütmekte olduğuna şahit olur; yükselen dumanlardan görür ve yanındaki eşin şöyle der: “Artık zenginiz..”
İmparatoriçe ise bakımsızlıktan her yeri eskiyen, çatısı akan, bakımsız kalansarayı göstererek “Sen bu halimize zenginlik mi diyorsun?” diye sorar…
Nintoku’nun cevabı ise yüzyıllardır Japonların aklından çıkmayan şu sözdür:
“Halkın fakirliği bizim fakirliğimiz, zenginliği de bizim zenginliğimizdir…”
"İtibardan tasarruf olmaz" diyerek israf ve savurganlığın doruklarına çıkanlara duyurulur...
İtibar halkın parasını har vurup harman savurmak değildir.
İtibar, halkın gönlüne girmektir...
…
Bir kadın, Halife Ömer bin Abdulaziz'in evini sordu, halifenin hanımına derdini anlatacaktı. Gösterilen evin avlusundan girdiğinde çatısı yıkılmış, eski, sıvaları dökülmüş bir ev gördü, şaşırdı ve o esnada halifenin hanımı Fatma binti Abdulmelik geldi. Avlunun kenarında bir adam da çamur karmış duvarları sıvıyordu. Kadın, halifenin hanımına:
“Bir şey diyeceğim ama şu adam bize bakıyor sanki bizi dinliyor gibi” dedi.
Fatıma binti Abdülmelik:
“O Emirülmüminin Ömer bin Abdulaziz'dir.”
Hayretten ağzı açık kalan kadın:
“Burası emirülmüminin evi midir? Burası bir harabedir.”
Halifenin hanımı şu ibretlik cevabı verir:
“Halifenin evi harabe gibi olduğu için halkın evi mamurdur, eğer halifenin evi mamur olsaydı halkın evleri harabe olurdu.” (Miftahu’s-Saade, s. 350)
…
Benden bu kadar gerisini siz getirin.