Tarihte bazı önemli hareket veya eylemler vardır ki, belli bir dönemde gelişme gösterip neşv ü nema bulsa ve sona ermiş veya erdirilmiş olsalar da, başka bir zaman diliminde yeniden ortaya çıktığı ve karizmatik gibi görünen bir kişinin etrafına toplandığı ve insanlarla, ya da müritlerle yoluna devam ettiği görülmüştür hep.
Toplumlar, sadece cephelerde değil, bu halet-i ruhiye içindeki durumlara, gizli ve sessiz cephelere, Truva atlarına, kültür bakterilerine bakmalıdırlar aynı zamanda. Buna karşı en iyi önlem de, “bünye”yi güçlendirme, kendi öz uygarlığını diriltme, kendi kültürünü hep zengin, hep canlı ve hep diri tutmadır.
Çağımızda toplumları, yozlaştırma ve bozma teknikleri hızlı değişerek ve çalıştırılarak bilinçaltına iniliyor ve orada gözlerden uzak mevsimler boyu ufak ufak, gözle görünmez çekiç darbeleriyle toplum ruhunun nüvesi ve çekirdekleri çatlatılıyor. Böylece onun ğöğermesi fenerleri ve lambaları, bir radyonun iç lambaları gibi teker teker söndürülüyor.
Tarihte ses getiren Hasan Sabbah hareketi de böyle başlamış ve 160 sene gibi uzun bir zaman diliminde yaşamıştır. Amaç, Batınilik perdesi altında toplumun değiştirilmesi ve belli bir süre içinde o topluluk, farkına olmadan bir başka toplum haline getirilmesi eylemidir.
HASAN SABBAH KİMDİR?
Miladi: 1050 tarihinde doğup 12 Haziran 1124’te ölen Nizârî-İsmaili Devleti'nin ve Haşhaşî fedai grubunun kurucusu. Farklı bir dini ekole dayalı üst düzey bir inanış ve bilgi birikimine ve otoriter bir liderlik karakterine sahip olduğu bilinen Hasan Sabbah, kurduğu tarikatın suikaste dayanan farklı askeri taktikleri ve 35 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı Alamut Kalesi ile tanınmış ve ünlenmiştir. Soyu, Yemen’den Kufe’ye ve oradan da İran’ın Kum kentine göç etmiş olan Hımyer kabilesine dayanır. Daha 7 yaşında iken, din adamı olmak isteyen Hasan Sabbah’ın bu düşüncesine, babası saygı göstererek tahsilini devam ettirmek için Rey şehrine göndermiştir. 17 yaşına kadar bağlı kaldığı On iki İmam Şiiliği’nden, karşılaştığı bir Fatımî dâisinin (davetçisinin) etkisiyle İsmaililik mezhebine geçiş yapar.
Selçuklu sarayında Ömer Hayyam ile birlikte çalışan Hasan Sabbah, idari işlerde görev alır. Nizamü’l Mülk’ü her fırsatta kötülemeye çalışan Hasan Sabbah, Vezirin akrabası olan Ebu Muslim, Hasan Sabbah için, Nizamü’l –Mülk’e “Bu adam, çok geçmeden halkın zayıf ve güçsüzlerini doğru yoldan saptırır” diyerek dikkatleri onun üzerinden toplamayı başarır. Daha sonra saraydan kaçmak zorunda kalan Hasan Sabbah. Fatımi Devlet’nin Halifesi, Müstansır'dan sonra hilafet makamına veliaht olarak Nizar'ın geçmesini ister, başarılı olamaz ve Mısır'dan kaçarak 1081 yılında İsfahan'a ulaşır. 9 yıl boyunca İran'ı baştan sona dolaşarak Batıniliğin propagandasını yapmaya çalışır ve İran'ın kuzeyine yönelir. Özellikle Deylem bölgesi ile ilgilenir. Bu bölge, İslam'ı kabul etmeyen, toprakları zor fethedilen, savaşçı ve eski gelenekleri sürdüren yerli bir halkın kontrolündedir.
Tarihte Nizarî İsmailileri, Hasan Sabbah liderliğinde Şii Fatimî Devleti’nden bağımsız bir şekilde İran bölgesinde faaliyetlerine başlayarak ve zaman içinde Fatimîlerden ayrılarak Büyük Selçuklu Devleti sınırları içinde yeni ve özerk bir harekete dönüşür. Burada müstahkem Alamut Kalesi'ni karargahı olarak seçen Hasan Sabbah, Nizârî-İsmaili Devleti'ni 4 Eylül 1090 tarihinde kurmayı başarır. Alamut Kalesi'ne yerleştikten sonra kaleyi ele geçirilemez ve kuşatmalara dayanacak şekilde tahkim ettirir ve yiyeceklerin uzun süre bozulmaması için depolar yaptırır.
Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmaz. Rivayetlere göre, Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıkar. Alamut'a yerleştikten sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik mücadelesine başlayan Hasan Sabbah, kendi döneminde sayısız suikastler gerçekleştirir. Bunların en önemlisi ve ilki, Nizamülmülk'ün öldürülme olayıdır. Diğerleri ise, Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlerdir. Nizamülmülk'ün öldürülmesi ve ardından Melikşah'ın zehirlenmesi sonrasında Sencer, Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasında taht kavgaları başlar ve Selçuklular gerileme trendine girerler. Hasan Sabbah, Selçuklu sarayındaki taht kavgalarını kendi lehine çevirmeyi ve kullanmayı fazlasıyla becerir. Ayrıca kendi döneminde başka önemli kaleleri de ele geçirmeyi başarır.
KUTSAL SİLAH: HANÇER
Hasan Sabbah döneminin en ilginç olaylarından biri de Muhammed Tapar'ın ölümünden sonra tahta geçen Sencer'e barış elçileri gönderen Hasan Sabbah, tekliflerinin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına çekerek sultanın başucuna bir hançer koymasını sağlamayı başarır. Ayıldığında büyük paniğe kapılan Sultan, olayı gizli tutmaya çalışmış, ancak olayın hemen ardından bir elçiyle gelen mesajda Hasan Sabbah: “ Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de sultanın yumuşacık göğsüne saplansın.” Demiştir. Bu olaydan sonra İsmaililer, Sencer döneminde oldukça rahat nefes alır ve faaliyetlerini sürdürürler.
HASAN SABBAH’IN FETHULLAH İLE BENZERLİKLERİ
İsmaililer, Hasan Sabbah’a hep Seyyidina (Efendimiz Hasan) diye hitap etmişler. Gülen Cemaati de Fethullah’a hep “Hoca Efendi” diye hitabı yeğlemişlerdir.
Hasan Sabah, tepe noktasındaki bir lider olarak propagandasını gizli yapmış ve suikastçıları yetiştirirken, Cennet bahçelerinde dünyanın tüm çiçek ve meyvelerinden ve bulabildiği ağaçlardan bolca dikmiştir. Afyondan yaralanarak müritlerini ve fedailerini burada hayali bir alemde ve bu yöntemle yetiştirmeye çalışmıştır. Cennet anahtarı ise, haşhaştı. Gizlilik esasına dayalı Hasan Sabbah hareketine oldukça benzeyen Gülen hareketi de, büyük bir gizlilikle yürütülmüş ve dini sembol ve figürlerden fazlaca yararlanılmıştır.
Çeşitli kılıklara giren Hasan Sabbah davetçileri, bazen saray çocuklarına ders veren bir öğretmen, bazen saray kızlarına kadın eşyası ve elbisesi getiren bir satıcı, kimi zaman ünlü alimlerin derslerine devam eden bir öğrenci, kimi zaman da tarikatlara gidip yıllarca ibadet hayatı yaşıyormuş görüntüsü veren bir sufi olabiliyordu. Bütün bu gizlilik içerisinde kendileri, bir birilerini çok iyi tanıyabilmekteydiler.
Hasan Sabbah tarafından gizlilik içinde ve iyi bir şekilde organize edilen teşkilat, emir –komuta zincirine dayanmaktaydı. Karar mekanizması ve bilgi akışı, en yukarıdan aşağıya doğru yürümekteydi. Görevler ve süreç içinde alınan kararların uygulanması, dereceler arasında dağılmıştı. Dini adanmışlık, daima ön plandaydı. Gülen’im mahrem İmamlarını nereye koymak gerekir acaba? Devlet mi, örgüt mü, tarikat mı, cemaat miydi Hasan Sabbah hareketi? Bunun için tam olarak nasıl bir terim kullanılması gerektiği meselesi hep tartışmalı olmuştur.
Gelir kaynakları, halktan aldıkları vergiler, haraçlar, ganimetler, dokumacılık, hayvancılık, yağma ve hediyelerin yanı sıra dayanışma ile aralarında topladıkları paralar ve o dönemde geçerli bir meslek olan çiftçilik gibi gelirler sayesinde ayakta durmaya çalışmalarıydı. Bu gün olsaydı, her halde en büyük kapitale sahip banka ve fabrikaları kurarlardı.
Suikastler ve cinayetlerle sürekli gündemde olan bu teşkilatın mensupları yakalandığında, lime lime edilse yine de suçlarını ve cinayetlerini asla itiraf etmezlerdi. Fakat Gülen cemaati, iki sopa görünce veya hapse girmemek için hemen ve gönüllü olarak itirafçılığı benimsemiş ve yeğlemişlerdir.
Çeşitli doktora tezlerine konu olabilecek birbirine benzer bu iki hareketi, şimdilik burada sonlandırmak niyetindeyiz. Takdir ve değerlendirme okuyucu ve paylaşımcılarındır vesselam…