Sabahın altı buçuğu havanın soğukluğu.
Suratı gülmeyen eğitici kuşlar.
Güneşin en çekilmez mutsuzluğu.
Bir sabah herşeyin en güzelini umut ederek uyandık.
Beklenenin heyecanlı ibresinde
adamlığın en kalibresi, en doğrucu kuş.
Kabul etmese de gözlerim bunun inancını savunuyordu.
İnanç üzerine günahlarımı asıyordum nefs iplerine.
Kelimelerin hazinesini arıyorum onlar için.
Herşeyi bir anda katlettik.
Kapı önlerinde sohbetleri,
dost arası muhabbeti.
Bir hiç uğruna heba ettik
bedene veba ettik
yolun doğrusunu sapa ettik,
en güzel duyguları ise teğet geçtik.
Duygunun âlimi değildik ama
İmkânsızlığın, serzenişliğin, karşılıksız sevginin,
çocuksu gülüşlerin şiirini yazdık.
Çocuk yıllarında aşkı bir ağaç kavuğuna kazdık.
Büyüyünce anladık ki duygunun cahilliğinde, aşkın olgunluk teorisinde kaldık.
Sayılan yıllar akıp giden zaman.
İnsanlık yıllar boyu geriden gelir.
Sesin tınısında kavgalar.
Bir çöl kuruluğuna damak sevdalıları.
Hüznün çiçeğinde bal yapamayan arılar,
ekilip biçilmeyen üzümler,
şarap değil şerbet olmayı beklerdi.
Öfkenin ve intikamın pençesi üzerlerindeydi.
Tılsımlı bir hayat memnun değil kimse işinden aşından.
Belki mutlu bir işin ucuna varmıştık en başından.
Aşkın büyüsüne kapılmış o geçmemiş yıllar.
Sonu gelmemiş ekşi mektuplar.
Mürekkebin kağıda ağlaması
Zehirli bir bitkinin vücuda etkisi.
Dışa vurulan o kasvetli sevgi.
Ruha bırakıyordu etki.
Gelgitlerin medcezirinde bıraktığımız sûreti,
Derin bir kuyuda yansımasıdır kendisi.