Sevgi; Rahman'ın insana bahşetmiş olduğu en temel duyguladan biridir. İnsan sevdikçe gelişir, geliştikçe mutlu olur. Dünyanın en bahtiyar insanları, gönlü sevgi ile dolu olanlardır.
Sevgi seven kişiye katkı sağlar. Dolayısıyla seven sevilenden daha kazançlıdır. Çünkü sevmek doğrudan seven kişiyi yüceltmiş ve ona katkıda bulunmuştur. Bu noktada yanılırız çoğu zaman, seven olmaktansa sevilmeyi tercih ederiz. Sevilmek nefsimizi okşayıp bizi sanal bir mutluluğa götürürken; sevmek doğrudan gelişmemize katkıda bulunacaktır. Çünkü ilkinde edilgenken ikincisinde etkenizdir. İlkinde alıcı iken ikincisinde vericiyizdir. Veren kişinin alandan daha üstün olduğunu efendimiz (a.s) dile getiriyor bildiğimiz üzere. Hele bu verilen şey Allah (c.c)' ın Rahman, Rahim, Rab Vedud ve daha pek çok sıfatlarında öne çıkan sevgi olunca sevenin üstünlüğü tartışılmaz. O halde sevilmeyi arzularken şu soruyu sormamız gerekir kendimize. Ben ne kadar seviyorum, sevilmeyi arzularken; ne kadar sevgi barındırıyorum kalbimde?
İnsan, doğası gereği sevilmeyi arzular, duygusal insanlarda bu, daha da şiddetlidir. Kadınlar erkeklere göre daha duygusal oldukları için sevilmek daha büyük bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Bu ihtiyacı göz ardı etmek mümkün değildir, bununla beraber Allah’ın Rahman sıfatından en fazla nasibini alanların, birer anne adayı olması hasebiyle kadınlar olduğunu da göz ardı edemeyiz. Allah’ın, sonsuz şefkatinden en fazla anneleri nasiplendirdiğini ve bu şefkatle yavrularını sarmaladıklarını...
Biz anneler çocuklarımızı Allah’ın bize bahşettiği bu şefkat halesiyle kucaklarken bu duygularımızı neden diğer insanlara ve varlıklara dağıtarak daha da zenginleştirmeyelim? Neden toplumumuzda sevginin dalga dalga yayılması için öncülük etmeyelim? Allah’ın bize verdiği nimetleri bizler de başkalarına verdikçe yani paylaştıkça bu nimetler artacaktır. “kim Allah’a güzel (karşılık beklemeden) bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder...” (Bakara/24) Bu dünyanın çirkinliklerini ancak sevgi gülücükleri ortadan kaldırabilir ve yine bu dünyanın en ağır yüklerini ancak sevgi hafifletebilir. Peygamberler de öyle yaptılar. O ağır yüklere, çilelere, hakaretlere sevgi ile göğüs gerdiler. Bizler de onların takipçileri olarak bunu başarmanın yollarını bulmak zorundayız. Sevgisi kalplerimizin en müstesna yerinde olan en sevgilinin şu sözüne kulak verelim: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız” (Müslim, İman 93)
Şüphesiz sevgimizi cömertçe dağıtırken buna en çok layık olanlar ve en çok muhtaç olanlar aile fertlerimizdir. “Onda skun bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun varlığının delillerindendir”(Rum\21) Sevgililer sevgilisi, bu ayet gereği sevgisini, eşi hz. Aişe'ye şöyle izhar ediyordu “Seni kördüğüm gibi seviyorum” Her konuda onu örnek almaya gayret ederken bu konuda onu örnek edinmek aklımıza gelmiyor çoğu zaman. Bu duygumuzu bastırdığımız için, sevdiklerimize onları sevdiğimizi söylemek ağır gelebiliyor bazılarımıza. Eğer öyle ise o zamanda, sevgi mimarının şu tavsiyesi imdadımıza yetişecektir. “Kişi müslüman bir kardeşini severse onu sevdiğini kendisine bildirsin.” (Ebu Davud, Edeb 122) Ancak bu şekilde sevgimizi çevremize halka halka yayıp genişletebiliriz. Ancak o zaman Yunus'un deyimiyle yaradılanı sevebiriz yaradandan ötürü.
Allah (c.c) bu müstesna duyguyu fazlasıyla vermiştir biz kullarına, ancak daha körpecik bir yavru iken en çok ihtiyacımız olan bu his bize yabancılaştırıldı, reva görülen sevgiden uzak muameleler, Rabbimizin bize bahşettiği bu hediyeyi hapsetti derinliklerimize, sevmemeyi hatta belki de nefret etmeyi öğretti. Allah’ın bize bahşettiği bu çok değerli hazine baltalanarak alındı elimizden, üstü örtüldü
Ancak hala içimizde, saklı bir cennet gibi ortaya çıkarılmayı bekliyor hasretle.. Onu ortaya çıkarmak için beklememize gerek yok, belki de istemek yeterli olacaktır. Bu istek, onu bütün ihtişamıyla arz-ı endam ettirecektir... İşte zaman hayatımız tümüyle değişecek her varlığa, her canlıya farklı bakacağız. Her şeyde bir güzellik görme bahtiyarlığına ereceğiz. Efendimiz (a.s)’a dağları taşları bile sevdiren ve nihayet onları ona secde ettiren bu duygu değil de nedir acaba?...