Dünyayı mükemmel bir denge ile yaratan Yüce Rabbimiz, bu düzeni korumayı insanın sorumluluğuna bıraktı. Konan dengeyi bozma eğilimi gösteren tek varlık insandır. Bu yüzdendir ki insan uyarılır. “Mizanı koyduk. Sakın mizanı bozma” (Rahman/7-8)Bu demek oluyor ki insan sorun olmaya ve sorun oluşturmaya eğilimlidir. Ancak aynı zamanda çözüm üretme kabiliyeti de mevcuttur ve icat yeteneğine sahip tek varlıktır.
İnsan dışında kendi yarattığı sorunların esiri olup daha sonra bu esaretten kurtulmaya çalışan başka bir varlık yoktur. Mesela sigara icat eder, içki icat eder, onun esiri olur sonra bu esaretten kurtulmaya çalışır. Çevreyi kirletir sonra çözümler üretir. İlginçtir ki bugün insanlığın çözmeye çalıştığı bütün sorunlar yine insanoğlunun kendi eseridir. “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu” (Rum/41)
Bu açıdan, yeryüzünde iki tip insanın mevcut olduğunu söylemek mümkündür.
1- Sorun olan yada sorun oluşturan,
2- Çözüm olan yada çözüm üretmeye çalışan insanlar. Yazının sonunda her okuyucu hangi guruba girdiğine karar verebilir diye düşünüyorum. Şimdiden acaba hangi guruba dahilim diye sorabilirsiniz kendinize?
Tarih bu iki insan türünün çatışmasından ibarettir. Bu durum peygamberlerin gönderiliş nedeni hakkında fikir verir. Çünkü Allah Teala insanlığı mecrasından saptırarak sorun oluşturan bu insanlara müdahale etmek için peygamberleri görevlendirmiştir.
O halde peygamberler en büyük sorun çözücülerdir diyebiliriz. Bu noktadan hareketle peygamberler iki rol ifa ederler. Birincisi geldikleri toplumun sorunlarını çözerek insanlığın iki cihanda refah ve mutluluğunu sağlamak, ikincisi sorun çözme konusunda model teşkil ederek hayata çözüm odaklı bir bakış açısı kazandırmak. Peygamber kıssalarını bu bakış açısı ile okumak vahyin sorunlara yaklaşım biçimi hakkında fikir verecektir. Mesela hiçbir peygamberin yaptığı hataya mazeret uydurduğuna tanık olmuyoruz. Tam aksine büyük bir tevazu ile hatalarını kabul ettiklerini müşahede ediyoruz. Yasağı delen hz. Adem ve Havva’dan suçlarını kabul eden ve yeni bir başlangıç yapmayı hedefleyen şu sözleri duyuyoruz. “Rabbimiz biz kendimize zulmettik eğer sen bizi bağışlamaz ve mağfiret etmez isen biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Bakara/37) Balığın karnındaki Peygamberin Rabbine seslenişi şudur : “Senden başka ilah yoktur sen her türlü kusurdan uzaksın, kusur bende, ben kendi nefsime zulmettim” (Enbiya /87)
Kendini masum kabul ederek suçlu aramak ise şeytanın tavrıdır. Şeytani olan bu tavrı takınan insan, sorun çözmek şöyle dursun bizzat sorunun kendisi olmuştur artık. O halde şu hayat yolculuğunda ya habis bir ur gibi, gelen geçenin ayağının takıldığı yoldaki taş gibi zararlı bir unsura dönüşeceğiz ya da bize yüklenen rolü en güzel bir şekilde yerine getirip bütünün parçası olduğumuz bilinciyle şu ömür sermayesini tüketeceğiz. Kısacası ya adem olmayı ya şeytan olmayı tercih edeceğiz, ya peygamberlerin izini süreceğiz yahut helak olan şeytanın dostları bozguncuların.
Mükemmel bir nizam içerisinde akan trafiği düşünün, yeşil ışık yandığı halde hareket etmeyen bir araba acaba sadece kendisi mi duraksar yoksa arkasından gelen tüm araçların yolunu mu tıkar? Bu örneği düşünmek hayata çözüm odaklı yaklaşmamanın hayatın akışı içerisinde göremediğimiz ne büyük olumsuz sonuçlarının olduğunu kavramamıza yardımcı olacaktır. Öyle ki sorunlara yaklaşım biçimimiz, yaşadığımız hayatta olumlu ya da olumsuz tahmin edemeyeceğimiz kadar geniş bir etki alanına sahip olduğumuz sonucuna götürecektir bizi. Bu da ahiret bilinci taşıyan bir Mü’min için oldukça titiz davranmayı gerektirecek bir durumdur.
Acaba sorunsuz hayat mümkün mü? Şu yazıyı okuyan herkesi ayrı ayrı dinlesek her biri kendi sorunun büyüklüğünü ifade edecektir. Sorunsuz bir gün geçirdiniz mi diye soracak olsak çoğumuzun cevabı hayır olacaktır. Peki bu sorunlar karşısında ne yaparız? Doğal olarak hepimiz o sorunu çözmeye çalışırız. Akıllı bir insanın yapacağı şey de budur. Ancak çoğu zaman durum tam tersi olabiliyor. Niyet sorunu çözmeye çalışmak iken sorun çözme becerisine sahip olmadığımızdan birini çözelim derken daha büyük sorunlara sebep olabiliyoruz. Genellikle toplum olarak küçük yaşta problem çözme becerisi kazanmak yerine şikayet etmeyi suçu başka yerlerde aramayı öğrendik zannederim.
Mademki sorunlardan soyutlanmış bir hayat mümkün görünmüyor ama buna karşın sorunlara yaklaşım biçimimizi değiştirebiliyoruz; halde bunu konuşmamız lazım. Çünkü asıl sorun bizim hayata ve olaylara yaklaşım biçimimiz olabilir. Bu ön kabulle hareket ettiğimiz zaman bakış açımızı değiştirmek mümkün olabilir. Başkasını değil sadece kendimizi gözden geçirip sorgularsak okuduklarımızın, konuştuklarımızın ve yaşadıklarımızın faydasını görebiliriz.
Bu haftalık bu kadarla yetinip önümüzdeki yazıda örnek bir olayla Üsve-i Hasene olan Sevgili Peygamberimizin sorunlara nasıl yaklaştığını tahlil edelim.