Adalet temel evrensel ilkelerden biridir. Bu gerçek Yüce Kitabımızda şöyle ifade edilmektedir. “Göğü yükseltti ve mizanı koydu. (o halde ey insanoğlu) sakın mizanı bozmayın. Tartıyı adaletle yapın teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman\ 7-9)
Görüldüğü gibi Cenab-ı Hak tüm evreni bu genel denge kanunu içerisinde yaratmış ve bu dengenin korunmasını bir sorumluluk olarak insana yüklemiştir. Kâinattaki bu muazzam uyumun korunmasının beşeri ilişkilerde de adalet prensibinden ayrılmamakla mümkün olabileceğini belirtmiştir. Çünkü adaletsizlik, kargaşa ve anarşinin en büyük sebeplerindendir. Evrenin düzeninin sürdürülebilmesi, toplumsal hayatta hakka riayet edilmesi ile de yakından alakalıdır. Beşeri ilişkilerde bu kanuna riayet edilmediği taktirde insanlar arasında zulüm, kaos, parçalanmışlık, kan, gözyaşı meydana geleceği gibi bu durumun devam etmesi halinde bütün kainatın dengesi de alt üst olacaktır.
Bakın Yüce Rabbimiz beşeri ilişkilerimizde haktan ayrılmamamız gerektiğine nasıl da inceden inceye vurgu yapıyor.
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir hakkıyla görendir” (Nisa\ 58)
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın.) Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Öyleyse adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer gerçeği çarpıtırsanız veya çekinirseniz bilin ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Nisa\ 135)
“…Sizi mescidi haramdan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…” (Maide\ 2)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, takvaya daha yakındır…”(Maide \8)
Rabbimiz bu eşsiz beyanlarıyla bizlere adaletten hiçbir şart ve durumda ayrılmamayı emretmektedir. İster dost ister düşman , ister akraba ister yabancı, ister zengin ister yoksul olsun asıl olan adil olmaktır. İslam toplumunu dengeli ümmet yapan, şahit ümmet yapan en önemli özelliklerden biri de budur.
Adaletsizliği, toplumların helak sebebi sayan sevgili peygamberimiz ise, konunun önemini şu veciz ifadeleri ile dikkatlerimize sunmuştur. “Sizden öncekilerin helak olmasının sebebi, fakirler hırsızlık yapınca had uygulamaları, nüfuzlu ve zengin olanları cezadan muaf tutmalarıdır.”( Sahih-i Buhari, V, 23)
Yeryüzündeki hiçbir düşünce insanı, Ayet-i Kerimelerde belirtilen bu yüce ufka yükseltemez. Allah’ın buyruklarına bağlı olmayan hiçbir hayat tarzı kendisi ve sevdikleri aleyhine de olsa adaleti hedefleyecek kadar yüksek ahlaki düzeye ulaştıramaz. İnsan nefsi bu düzeye ancak bütün davranışlarında Yüce Allah ile irtibat içinde olursa yükselebilir. İşte o zaman diğer tüm etkilerden kurtularak yalnız Allah’ın buyruklarına göre hareket eder.
Adaleti sağlamak ne kadar zor olursa olsun bu özelliğe sahip olmak için çabalamak İslam toplumlarının görevidir. Bu emirler uygulanması imkansız hayali ve soyut değildir. Tam aksine tarihte pek çok örnekleri yaşanmıştır.
Zulmün, tarafgirliğin, bencilliğin had safhaya ulaştığı günümüzde, İslam toplumları Allah Teala’nın insanlık için gösterdiği bu yüce hedefi hayatlarının her safhasına yaymak zorundadırlar. Nice toplumları zulümden ve cahiliye bataklığından kurtaran bu evrensel sistem, elbette günümüz toplumunu da yüce ufuklara taşımaya muktedirdir. Yeter ki bu ilahi emirleri sadece minberlerde ve satırlarda terennüm edilen söylemler olmaktan çıkartıp hayatımızın her alanını düzenleyen pratiklere dönüştürelim.Ve yeter ki kendi nefsimiz ve ailemizden başlayarak; adil bir anne-baba, adil eş, adil evlat, adil akraba, adil komşu, adil yönetici, adil arkadaş, adil öğretmen, adil tüccar, adil doktor, adil öğrenci olmayı hedefleyerek, imtihan gereği bize biçilen her bir rolü yerine getirirken bu evrensel ilkeden ayrılmama çabası içerisine girelim.
Bununla beraber adalet sadece müslümanların değil insanlığın uymak zorunda olduğu bir prensiptir. Bundan dolayı mizanı bozmaması gereken tüm insanlıktır. Ancak şurası da bir gerçektir ki adaletten sapıp zalim olmayı tercih eden ve yeryüzünü fesada vermek isteyen insanlar daima var olacaktır. Bu sapkınları hizaya getirme görevi de adil olanların üzerine bir borçtur. Rabbimiz, adaleti tesis etme konusunda özel olarak iman edenlere görev yüklemiştir. İman edenler bu görevi yerine getirmedikleri taktirde bugün olduğu gibi ellerine fırsat geçiren bir avuç zalim dünyayı tekellerine alacak ve mazlumlara kan kusturmaya devam edeceklerdir. İsrail’in açık açık, dünyanın gözüne baka baka yaptıkları, bunun en bariz örneğini acı bir şekilde yaşatmaktadır. Dün kendilerine bahane oluşturarak zulüm yapan güçler müslümanların, Allah’ın kendilerine yüklediği sorumluluğa bigane kalmaları yüzünden, artık bahane üretmeye bile gerek duymadan yeryüzü mazlumlarının kanını emmeye devam ediyorlar. Halkların tüm itirazlarına, protestolarına rağmen zalimler bir araya gelerek birbirlerine alkış tutuyor insanlığın en kutsal değerleri ile alay etmeye devam ediyorlar.
Bütün bu yaşananlardan sonra yeryüzünde adaleti tesis etmenin yolunun tek başına müslümanların adil olmasıyla çözülemeyeceği çok iyi anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Bunun yolunun müslümanların adil olması ile beraber bu adil insanların, zalimlere haddini bildirecek ve onların başlarını kaldırmaya fırsat vermeyecek kadar güçlü olmaları gerektiği söylemeye bile gerek yok sanırım. Bu konuda Yüce Rabbimizin tek bir uyarısı bile durumun önemini anlatmaya yeter de artar bile
“(Ey iman edenler!) Onlara karşı gücünüzün yettiğ kadar kuvvet ve savaş atları (savaş techizatı) hazırlayın ki bununla hem Allah’ın hem de sizin düşmanınız olan kimseleri ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları caydırabilesiniz...” (Enfal/60)
Günümüzde yaşadığımız bütün bu olumsuz tabloya rağmen mazlumlar ve zalimler arasındaki mücadelenin, adillerin çoğalması ve güçlenmesi sonucunda Allah’ın izniyle mazlumlar lehine sonuçlanacağına olan inancımızı tazeleyerek noktayı koyalım.