Peygamber efendimiz (S.A.V) Medine-i Münevvere'yi şereflendirdiğinde ora halkının senede iki defa bayram yapıp eğlendiklerini öğrenince: "Yüce Allah o iki bayram günlerine karşılık, onlardan daha hayırlı iki bayram günlerini size ihsan etmiştir." buyurarak müslümanlara kurban ve ramazan bayramlarını müjdelemiştir.
Yüce Rabbimiz insanların ihtiyaçlarına göre emir ve yasaklar koyar. “Allah (c.c) bu iki bayrama karşılık yine iki bayram hediye etmiştir” sözünden anlaşılan şudur: Rabbimiz toplumda yerleşmiş olan bu âdeti ortadan kaldırırken insanın fıtri ihtiyaçlarını dikkate almıştır.
Bu konudaki genel kuralı şöyle özetleyebiliriz:
1-Toplumda yerleşmiş bir âdet ya da gelenek İslam’a aykırı değilse olduğu gibi bırakılmış, söz konusu gelenek İslam’ın genel prensiplerini destekler mahiyette ise sürdürülmüştür. Cahiliye döneminde haram aylarda savaşılmasının yasak olması geleneğinin olduğu gibi sürdürülmesi buna örnektir.
2-İçki ve faiz gibi âdet ve alışkanlıklar ise İslam’ın genel prensiplerine taban tabana zıt olduğu için tamamen yasaklanmıştır. Ancak bunlar yasaklanırken de insan psikolojisi göz önünde bulundurulmuş ve yasaklanması geniş bir zamana yayılmıştır.
3-Bazı âdetler ise İslam’a zıt olmamakla beraber ortaya konuş şekli itibariyle İslam’a uygun görülmediğinden onun yerine alternatif getirilmiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri de Medineliler’ in iki bayramının yerine Ramazan ve Kurban bayramlarının konulmasıdır.
İnsanoğlu, toplum halinde yaşayan bir varlık olması itibariyle toplumsal şuurunu arttıracak etkinliklere, topluca yapacağı birtakım faaliyetlere ihtiyaç duyar. Bayramlar toplumu kaynaştıran, toplum bilinci oluşturan, birlik ve beraberliği artıran günlerdir. Esas itibariyle toplum olarak yapılan faaliyetler, kutlamalar ve eğlenceler insanları birbirine kaynaştırarak benlikten biz olmaya doğru sevk eder. Bayramlar bu amaca hizmet ettiği için, geleneğe dokunulmamış, ancak kutlanış mantığı ve şekli İslam’a uygun hale getirilmiştir.
İslam’da bayram algısı diğer dinler ve milletlerden önemli farklılıklar gösterir. Bu yönüyle İslam’da bayramlar, insanın doğasındaki ihtiyaçları gidermenin yanı sıra yüce amaçlara hizmet eder. Mesela Müslümanların hayatında önem arz eden iki farz ibadetten sonra bayrama kavuşulur. Bunlardan biri hac, diğeri oruçtur. Üstelik bu her iki ibadette de toplum bilinci had safhaya çıkmıştır. Toplumsal yanı ağır basan iki ibadet sonrasında şükrü doruk noktaya ulaştıran ve sevincin toplumun tüm kesimleriyle paylaşılmasına yardımcı olan kurban ve fitre... Bu ibadetler eda edildikten sonra bayram yapılır. Yani bayram yapmak bir sebebe bina edilmiştir. Oruç ve hac ile büyük bir çaba gösterilmiş, zahmet çekilmiş, yorulunmuş, ter dökülmüş, aç kalınmış sonucunda ise bir mükâfat alınmış. Bu ibadetlerin yapılışındaki zahmeti dünya hayatına, sonucundaki bayramı ise dünya hayatında çabalayan insanın mutlu sonuna benzetmek mümkündür. Kişi dünya hayatında Allah'ın istediği bir yaşantı sürmek için çabalarsa işte o zaman bayramı hak eder düşüncesi belirir mü’minin zihninde. Bayramı yaşarken onu gerçekten hak edip etmediğini düşünmek ve ahirette sonsuz bir bayrama kavuşmak için hayatı boyunca çabayı elden bırakmaması gerektiğini tefekkür etmek. Mü'minin gerçek bayramı budur işte. Dolayısı ile bayramlara salt eğlence günleri olarak bakmamak gerekir. Doğrusu bayramlar sevinç ve sürur günleridir ancak bu sevinçte diğer milletlerin bayramlarına göre bir farklılık vardır. Sevinçle beraber bir vakar… Sevinç ve eğlencede kendini kaybetmeme, taşkınlık yapmama… Kardeşini de mahzun bırakmama, onu da sevince ortak etme gibi ulvi değerler. Yine sevinçle beraber tefekkür… Ümit içinde olma hali… Tuttuğu oruca, eda ettiği hacca, yaptığı ibadetlere, salih amellere sevinme, aynı zamanda havf duyarak Allah'a saygı duyma hali… Tam bir huzur, sevincini tefekkürden bağımsız yaşamama… Esasen mü'min en sevinçli anında dahi kendisini kaybetmez. Daima kendinin farkındadır. Topluma karşı görevlerinin bilincindedir. Müslümanın bu duruşa sahip olması için Allah (c.c) tarafından bir dizi tedbir alınmıştır zira. Ona düşen ise farz veya sünnet olan bu davranışların özünü kavramak ve hangi amaçlara hizmet ettiğini bilerek bunlara sarılmaktır. İslam adetleri bu kadar sağlam temellere dayalı olmasaydı modernizmin yıkıcı etkisine karşı dayanması mümkün olmayacaktı. Bu değerleri korumak için özel bir çaba gösterilmese bile Allah’ın (c.c) aldığı tedbirler, onların toplumdan sökülüp atılmasını neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Mesela bayram namazının vacip veya sünnet olması, herkesin aynı zamanda kalkmasını, camileri doldurmasını gerektirir. Aksi halde herkesin aynı anda bir araya gelmesi ve toplumsal kaynaşmanın sağlanması çok zor olurdu. Okunan hutbe ortak şuurun oluşmasına katkı sağladığı gibi camide ibadet için bir araya gelinmesi kimsenin özel çabasına gerek kalmadan bayramlaşmanın ve hedeflenen diğer amaçların gerçekleşmesini kolaylaştırır. Aksi halde alınabilecek hiçbir tedbir bayram namazının gördüğü fonksiyonu gerçekleştiremezdi. Mesela çeşitli milli bayramlarda insanları tayin edilen meydanlarda toplamak için türlü eğlenceler düzenlenir, duyurular yapılır masraflar yapılır yine de yüce ruh halinin oluşturduğu ortak şuurun, toplumsal bilincin, coşkunun, kaynaşmanın bu denli sağlanması mümkün olmaz.
Ne mutlu bize ki Rabbimiz nasıl eğlenmemiz nasıl coşmamız gerektiğini bile tayin etmiştir. Bayramları hediye ederken bile onları nasıl kutlamamız gerektiğini sevgili peygamberimiz aracılığı ile göstermiş, böylece beşeri düşünce ve ideolojiler karşısında savrulup yok olmamızı engellemiştir. Bize düşen ise sadece tabi olmaktır.