“Biz, insana ana babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu ne zahmetlerle karnında taşıdı ve ne zahmetlerle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır.”(Ahkaf\15)
Ayet-i kerime’de önemli bir gerçeğe dikkatimiz celbediliyor ki o da anne ve çocuk arasındaki bağdır. Bu, daha çocuk dünyaya gelmeden başlayan ve dokuz ay boyunca devam eden, çocuk dünyaya geldikten sonra ise emzirme ile süren ve başka hiçbir iki insan arasında var olması mümkün olmayan bir bağdır. Rabbimizin dikkat çektiği bu bağın sonucu olsa gerektir ki insanlar arasında var olan hiçbir sevgi anne sevgisiyle eşleştirilemez. En büyük fedakârlıklar da annelerin fedakârlığı ile kıyaslanamaz.
İnsan soyunun yetişmesinde birinci derecede kadına rol vermesinin sonucu olsa gerek, Yüce rabbimiz anne adaylarına merhamet ve şefkat duygularını çok daha fazla bahşetmiştir. Bunun sonucudur ki anneler her konuda evlatlarını kendi nefislerine tercih ederler onların iyi yetişmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlar. Bu durum anneliğin doğasının bir sonucudur dolayısıyla aksini düşünmek mümkün değildir. Ancak asıl olan rabbimizin bahşettiği bu yüce duyguları yavrularımızın ebedi saadetine vesile kılacak şekilde kullanmaktır. Göz bebeğimiz gibi koruduğumuz ve dünyada bile kendilerinden ayrılmaya dayanamadığımız çocuklarımızla ebedi bir beraberlik elde etmemiz buna bağlıdır.
Evet biz anneler geçici olan dünya mutluluğu için çocuklarımıza her türlü fedakarlığı göze alır, evlatlarımızı da bu uğurda çalışmaları için teşvik eder dururuz. Yıllarca sabahın erken saatlerinde kalkar, onları da o derin, tatlı uykularından bin bir güçlükle kaldırır, dakikalarca hazırlar, yemeklerini yedirir, ihtiyaçlarımızı kısmak suretiyle servis tutar, bazen de kendimiz bizzat hiç üşenmeden okullarına götürür getiririz. Bütün bunları ne zaman sona ereceğini bilmediğimiz dünya hayatlarında kimseye muhtaç olmasınlar, dahası rahat etsinler diye yaparız. Çok gariptir ki ebedi hayata inanan insanlar olarak çocuklarımızın dünya refahları için sarf ettiğimiz emeğin yarısı kadarını bile ahiret refahları için ayırmayız. Bu dünyanın geçici metaına mı aldandık. Yoksa geçici olanı sonsuz ve kalıcı olana mı tercih ettik. “Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler” (İbrahim\3)böyle olmaktan Allah’a sığınırız. Sığınırız da bu şekilde davranmaya da devam ederiz. Ama rabbimizin apaçık uyarılarına daha ne kadar kulak tıkayabiliriz? “Ey iman edenler yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun…” Tahrim\6
Evladının en ufacık bir ihtiyacı için kendi rahatını feda eden annelerimiz! Neden çocuklarımızın geleceğini düşünürken daha uzun vadeli düşünmeyelim, neden gelecek deyince sadece dünyadaki gelecek aklımıza gelsin, ahirete inanan insanlar olarak neden asıl yurdumuzu hem çocuklarımız hem kendimiz için biricik hedef edinmeyelim. Neden yavrularımızı kurtuluşumuza vesile olacak salih amellerimiz haline getirmeye çalışmayalım? “Bir insan ölünce üç gurup hariç herkesin ameli kesilir. Sadaka-i cariye, istifade edilen bir ilim veya kendisine dua eden Salih bir evlat.” (bırakanlar) Müslim, vasiyet, 14
Hangi anne evladı ile arasında daha dünyaya gelmeden oluşturulan o bağın kopmasını ister ki. “kişinin kardeşinden, annesinden, babasından eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün…” (abese\34-36) belki de cennetin ayaklarının altında olduğu anneler, bu bağı koparmayan annelerdir. Çocuğuna Allah’ı O’nun Rasul’ünü, imanı sevgiyi, merhameti saygıyı ana kucağında öğreten ve onu sarsılmaz bir kale gibi donatan anneler. Öyle ya bir ananın çocuğuna verdiği inanç ve ahlak düzenini hangi okul, hangi kurum verebilir. Aşağıdaki satırlar bir âlimin yetişmesinde başrol oyuncusu olarak anneleri işaret ederken, biz de, bu bilinçle evlat yetiştiren annelerin çoğalması temennisi ile noktayı koyalım.
“Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda katî ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (Lem’alar, 200-2001)