Farabi için Bağdat önemli bir şehir.
Yirmi yıl kadar Bağdat’ta oturan ve eserlerinin çoğunu burada kaleme alan filozof, karışıklıklar sebebiyle 330’da (941) veya bir yıl sonra Dımaşk’a gitmiş.
İbnü’l-İbrî onun önce Halep’e geçtiğini, üzerindeki sûfî kıyafetiyle Hamdânî Emîri Seyfüddevle’nin sarayında ağırlandığını, ardından onunla birlikte Dımaşk’a gittiğini söyler (Târîḫu muḫtaṣari’d-düvel, s. 295-296). Fârâbî’nin buradaki hayatından söz eden kaynakların, özellikle Seyfüddevle ile olan yakın ilişkisine dikkat çekerek bu konuda aslı olmayan birtakım menkıbelere yer verdikleri görülür. Fârâbî’nin Dımaşk’a gittiği tarihte bu şehir İhşîdîler Devleti’nin elinde bulunuyordu ve ancak 334’te (945) Seyfüddevle tarafından alınmıştı; bu tarihten bir yıl önce de emîr Halep’te iktidarı ele geçirmişti. Dolayısıyla ister Dımaşk’ta ister Halep’te olsun, filozofun Seyfüddevle ile olan ilişkisi ancak bu tarihlerden sonra gerçekleşmiş ve en çok üç yıl sürdüğü ön görülür.
İlerlemiş yaşına rağmen Fârâbî 337’de (948) Mısır’a kısa bir seyahat yaptıktan sonra Dımaşk’a döndü ve Receb 339’da (Aralık 950) seksen yaşlarında orada vefat eder.
Her ne kadar Beyhakī, o dönemin ünlü şairi Mütenebbî’nin dramatik ölümüyle ilgili olayı Fârâbî’ye isnat ederek onun Dımaşk ile Askalân arasında yolunu kesen eşkıya tarafından öldürüldüğünü iddia ediyorsa da bunun rivayet olduğu var sayılır.
Filozofun hayatını bütün yönleriyle aydınlatmak mümkün değil. Tarihte ünlü kişilerin adı ve şahsiyeti etrafında örülen menkıbeler ağı Fârâbî için de söz konusudur. Bu menkıbelere daha ziyade, filozofun ölümünden 300 yıl kadar sonra kaleme alınan kültür tarihi niteliğindeki kaynaklarda rastlanmaktadır.
Fârâbî ilk defa Seyfüddevle’nin sarayına hayatı boyunca giyindiği Türk kıyafetiyle girer. Emîr kendisine oturmasını söyleyince, “Benim yerime mi, senin yerine mi?” diye sorar.
Emîrin kendisine lâyık olan yere oturmasını istemesi üzerine orada bulunan topluluğu yararak geçip Seyfüddevle’nin yanına oturur; onu sıkıştırıp oturduğu yerden kaydırır. Emîr önde gelen devlet büyüklerine, sadece kendi aralarında kullandıkları bir dille Fârâbî’ye bazı şeyler soracağını belirtir ve cevap veremezse edebe aykırı davranan bu ihtiyarı dışarı atmalarını emreder.
Konuşulanları anlayan Fârâbî aynı dille sabretmesini, işin sonunun önemli olduğunu söyler. Seyfüddevle hayretle, “Sen bu dili biliyor musun?” deyince filozof, “Ben yetmişten fazla dil bilirim” karşılığını verir.
Ardından mecliste bulunan âlimler çeşitli konularda onunla tartışmaya girerler; Fârâbî hepsine baskın çıkınca susup onu dinlemeye, defterlerini çıkarıp not almaya başlarlar. Meclis dağıldıktan sonra filozofla baş başa kalan Seyfüddevle’nin isteği üzerine mûsiki topluluğu bazı parçalar çalar, fakat Fârâbî hiçbirini beğenmez ve yaptıkları hataları söyler; yanında taşıdığı tablayı açarak düzen verdikten sonra neşeli bir parça çalarak, herkesi güldürüp eğlendirir. Ardından aleti bir başka şekilde düzenleyerek hüzünlü bir parça çalar ve herkesi ağlatır. Nihayet yeni bir düzen verdiği aletle ağır bir parça çalınca nöbetçilere varıncaya kadar herkes uykuya dalar; bu sırada Fârâbî de çıkıp gider. Aynı kaynak kanun denen sazı ilk defa Fârâbî’nin icat ettiğini söyler. Ünlü bir mûsikişinas olmakla birlikte Fârâbî’nin burada anlatılan efsanevî olayla belki de ilgisi yoktur. Aynı olay, filozofun yaşadığı dönemde kaleme alınan İhvân-ı Safâ Risâleleri’nde de geçmektedir. Ancak orada olayın kahramanından söz edilmezken burada rol Fârâbî’ye verilmiştir. Devam Edecek.
Farabi; İlim ve insan olma yolculuğu 3
İlerlemiş yaşına rağmen Fârâbî 337’de (948) Mısır’a kısa bir seyahat yaptıktan sonra Dımaşk’a döndü ve Receb 339’da (Aralık 950) seksen yaşlarında orada vefat eder.