Kentin kalabalıklarından mı kaçıyordu?
Evet, çünkü kent artık onun için fazlaca gürültülüydü.
İnsanlar neden bir araya gelince gürültü çıkarıyordu?
Evet, dışarıda bir araya gelenler sürekli bağırarak konuşuyordu. Üstelik ne dediklerini de anlamıyordu.
Belki onları anlamadığına sevinmeliydi. Ama onları anlamamak daha ağır geliyordu. Çünkü toplumu anlamak gibi hala bir derdi vardı.
Ve en tehlikelisi insanlar neden silahla geziyordu?
Gözüne çarpan aslında internette dolaşan sıradan bir haberdi. Sosyal medyada ilgi çekmek için, kalabalıklar içinde gerçek silah kullanan bir şahıs iki çocuğu yaralamıştı. O çocuklar şimdi can çekişiyordu.
Neden çocukların kaza sonucu öldüğü bir kentte yaşıyordu?
Belki, bu yüzden kentten kaçıyordu.
Belki de, artık hiçbir şey duymak istemiyordu.
Hem yolculuğa çıkmışken bu sorularla ne diye meşgul oluyordu?
Bu defa yolculuğa yalnız çıkıyordu. Gideceği yerde konaklama için bir çabası da olmamıştı. Dışarıda bile yatabilirdi. Sokak köpeklerinin bu aralar yoldaşlara ihtiyacı vardı. Onların hüznünü paylaşabilirdi.
Hiç durmadan kutsal atfedilen nehrin gözelerine vardı. Yine hiç durmadan, uyarıları dinlemeden, soyunarak oldukça soğuk suyun altında beklemeye çalıştı.
Sonra kendini yine oldukça soğuk nehrin sularına bıraktı. Nehir oldukça hırçın akıyordu. Seni alır götürürüm der gibi çağlıyordu. Aslında iyi bir yüzücüydü. Ama şimdi bunun bir önemi yoktu. Nehir öfkeli ve oldukça güçlü akıyordu. Öyle ki ayakta duramıyordu.
Oysa buraya arınmak için gelmişti.
Oysa buraya sağaltım için gelmişti.
Kentten kaçmıştı. Şimdi de sert ve taşlı dalgalar yüzünden nehirden kaçmaya çalışıyordu.
Ama kaçamıyordu. Çünkü öfkeli nehir izin vermiyordu. Yüzecek bir derinlik yoktu. Tüm mesele , kentte yaptığı gibi ayakta durabilmekti. Bunu da şimdilik beceremiyordu. Nehrin kalabalık ziyaretçileri sanki sıra kadem basmıştı. Kimse yardıma gelmiyordu.
Ölümle burun buruna olsa da , öleceğine inanmıyordu. Çünkü nehirin merhametine güveniyordu.
Belki de buraya ölmeye gelmişti. Bu yüzden nehirde çırpınıyordu. Artık nefes alamıyordu. Sonra bir yere çarptığını hissetti. Ve her şey karardı. Demek ki nehir o kadar da merhametli değildi.
Çok sonra üşüyerek gözlerini açtı. Yanıbaşında saçları ıslak bir kadın vardı. Onun arkasında bir kalabalık şaşkın gözlerle bakıyordu. Demek ki suda çırpınırken yalnız değildi.
“İyi misin ?”
“Galiba iyiyim… Ne oldu bana?”
“Su da düştün. Yüzemiyordun. Kurtarılmaya ihtiyacın vardı. Seni takip ediyordum. “
“Nasıl kurtardın?”
“Sürükleniyordun. Bende nehir boyunca seninle koşuyordum. Burada nehir kıvrılıyordu. Girdim seni çekmeye çalıştım.”
“Beni çektin mi ?”
Zayıf kadının onu o hırçın nehirden çekmesi inandırıcı gelmemişti.
“Evet çekiyordum. Sonra ben de düştüm. Ama seni bırakmadım. İkimizi de bu arkadaşlar çekerek çıkardı. Seni tuttuğum için daha kolay oldu.”
“Neden yaptın?”
Evet neden yapmıştı? Çünkü iyiliğin sorgulandığı bir zamanda yaşıyordu. Ve ölümün öylesine seyredildiği bir coğrafya da yaşıyordu.
“Kendine gelirsen beni tanırsın. Yıllar önce sen de bana bir iyilik yapmıştın. Burada böyle ölmene asla razı olamazdım.”
Demek ki, iyilik sanıldığı gibi kaybolmuyordu.
Demek ki, vefa hala gerçekti.
Demek ki, yaşamasını isteyenler vardı.
Ve her şeyden önemlisi nefes almak çok güzeldi.
“Seninle aynı kentte mi yaşıyorum”
“Evet aynı kentte yaşıyoruz.”
Herkesin hala şaşkın bakışları altında yavaş yavaş ayağa kalktı.
“Teşekkür ederim arkadaşlar. Sizin gibi arkadaşların hala yaşıyor olması, bana da yaşama inancını aşıladı.”
Artık kente rahatlıkla geri dönebilirdi. Kalabalıklarla mücadele edebilirdi. Gürültüye meydan okuyabilirdi. Çocukları korumak için mücadele edebilirdi. Sonuçta kentte dönmesi için çokça nedeni vardı.
Ve en önemlisi artık yalnız değildi.