Ve günler sonra güneşin coşkusuyla uyandılar. Ve de baharın ıslak otlarında, her zamanki gibi ardı sıra, yeni bir hayata özgürce belki de delice koşmaya başladılar.
Envai çeşit otlar içinde beyaz, pembe, sarı, kırmızı, mor çiçekleri kokarken, kuşlarca gagalanmış badem çağlaları bekleyebilirdi . Açlık kışkırtsa da toprakta güneşe kavuşmanın sevincine doymak istiyorlardı.
Çünkü özgürlüğü soluklamak , karınlarını doyurmaya baskın çıkıyordu.
İşte böyle arkadaşlarıyla birer çılgın gibi toprağın enerjisiyle dağınıkça koşuyorlardı. İleride keskin bir bal kokusu adımlarını daha da sıklaştırıyordu.
Daldan düşmüş badem çağlası kabuğuna çarparken yalnız olduğunu farketti. Arkadaşları nedense birdenbire kaybolmuştu.
Ve ortalık kararıyordu. Fırtına koptu kopacaktı.
Ve asıl yalnız kalışını garipsiyordu. Neler oluyordu? Bu güzel dünya neden bir anda mahvolmuştu?
Ve de şiddetli bir gürültüyle bahar rüyasından uyanıverdi. Dolapta, tek başına bal kavanozunun arkasındaydı. Belki burada uyuyakalmıştı. Toprak, güneş, ıslak otlaklar, çiçekler şehir karıncası için sadece bir rüyanın parçasıydı. Rüyasında ki bal kovanı diye geldiği ağzı kapalı cam kavanoz içindeki baldan başka bir şey değildi.
Sersemliğinin üstüne sağırlık çökmüştü. Çünkü hiç bir şey duymuyordu.
Evde ki ağır gürültünün onları bir nefeste yok eden makinadan geldiğini biliyordu.
Bir süre sonra bir balkon kuşunun çığlığı ile sağırlığının geçici olduğunu farketti.
Fazla sevinemedi. Çünkü nasıl girdiğini hatırlamadığı dolabın kapısı açıldı. Ve evin sahibi olduğunu iddia eden karınca katili o adamla göz göze geldi.
Belki öncekiler gibi sona yaklaşıyordu
Belki de bir sonraki saldırıya kadar yaşamasına izin verecekti.
Ama yine topraksız ve güneşsiz bir yaşam olacaktı.
Geçen hafta makinayla yok edilenlerden anasının konuşmasını hatırladı.
“Biz de güneşin altında, ağaçların gölgesinde , toprağın enerjisiyle yaşamak isterdik. Ama insanlar topraklarımıza beton bloklar kurdular. Önce yönümüzü şaşırdık. Sonra yolumuzu kaybettik. Ve apartmanların mutfaklarında kendimizi bulduk.”
“Sadece ölümü ana!”
Evlat acısı bir anaya yapacağı bir konuşma değildi. Ama binalarda dolaşan bir karınca olarak acı gerçeği hatırlatmıştı.
Birden adam koca elleriyle üstüne abandı. Anlamıştı. yolun sonu görünüyordu
İlk defa düşmanları kabul ettikleri bir insanın avucundaydı. Onun avucunda donakalmıştı Ama parmaklarıyla onu avucuna alan adam oldukça nazik davranıyordu. Sanki incitmek istemiyor gibiydi..
Derken adamın avucunda olduğu halde dışarı çıkarıldığını fark etti. İlk defa güneşin keskin sıcaklığını hissediyor ve ilk defa gökyüzünü böyle masmavi görüyordu. Adamın avuçları içinde epeyce yürüdüler. Güneş rüyasında ki gibiydi. Sonra adam eğilerek onu yavaşça toprağa bıraktı.
Aslında sokaktan da korkuyordu. Çünkü bu düzen sokak canlılarına düşmandı. Ve sürekli onları daha fazla köleleştirecek belki de yok edecek planlar yapıyordu. Burası bir sokaktan ziyade bir çayıra benziyordu. Belki sokaktan daha güvenli olabilirdi.
Acaba bu çayırın özgürlüğü nereye kadardı? Onu getiren adamın bahşettiği özgürlüğün sınırı var mıydı?
Ve asıl olarak adama nasıl bir iyilik çarpmıştı ki onu buraya getirmişti?
Ara sıra saklandığı kitaplarla ilişkisi var mıydı?
Bilmiyordu, artık o evden kurtulmuştu. Ama nedense sevinemiyordu.
Adam onu bıraktıktan sonra meçhule gitmişti.
O ise hala kıpırdayamıyordu. Belki sevinçten ama daha fazlası endişeden donuvermişti.
Sonra İçine bir sıcaklık çöktü. Çünkü güneş vardı ve ayakları topraktaydı.
Sonra ayakları canlanıverdi.. Ve ıslak otların içinde koşmaya başladı.
Belki hala rüyadaydı.
Özgürlük zaten sonsuz bir rüyanın adıydı. Mesele onu rüyadan çıkartabilmekti.
Mutlaka arkadaşlarını belki de kaderdaşlarını bulmalıydı.
Çünkü biliyordu, özgürlük onlar olmadan rüya olarak kalmaya devam edecekti.