Ruh bilimcilerin travma dediği, sahici çocukluk hikayelerinden ateşin ve yanmanın farkını, çok iyi biliyordu.
Onun coğrafyasında kışın havalar oldukça sert geçerdi. Isınmak için yakılan odun sobası erken yanar ve erken sönerdi. Suyun bile çoğu zaman donduğu bu zamanlar da yıkanmak, şehirlilerin deyişiyle banyo yapmak, büyük meseleydi. Çünkü su ile temas bedenin üşütmesine için bir riskti.
Ve beden ıslandıktan sonra, onu ısıtmak mühim bir meseleydi. Çocuklar her daim banyosuz kalırdı.
Buna annelerin yüreği dayanmazdı. Her daim oturma odalarına uzak hamamlar da soğuk havaya rağmen, sobada kaynattıkları sıcak su ile çocukların banyosunu yaparlardı.
Soğuk bir kış gününde hamamdan çıktı. Hava soğuktu, ısınmak için hızlıca odun sobasının yanına koştu. Isınma hızı ve üşütme korkusu sobaya temas etmesine, adlında üşüdüğü için sobaya sarılmasına neden oldu.
Böylece sol tarafı sıcak sobaya temas edince, birçok akranı gibi cildi yanıverdi. Acı çekti. Kışım ortasında götürebilecekleri hastane zaten
Ve günlerce sürecek yanık sızıları ile baş başa kaldı. Yanığın bıraktığı o izin tüm yaşamını etkileyeceğini bilemezdi.
O zamandan beri aslında yanmaktan korkuyordu. Köyde nerdeyse Newroz ateşinin üstünden atlamayan tek çocuktu.
Ve o zaman fark etmişti. Onu ısıtan ateş dokununca yakıyordu.
Ve de bir gün birdenbire sırılsıklam aşık oldu. Kendisini bir ateş parçası gibi hissediyordu. Dokununca yüreği yanmıştı. O yanık yüreği cildinden daha uzun bir zaman da ve daha fazla sızlamıştı.
Aşk, ateş gibi uzaktan ısıtıyordu.
Okulda Türkçesi geliştikçe edebiyata merakı da artıyordu.
Ve ‘ateş’ , ve ‘ yanmak’ kelimelerinin edebiyatın sihirli sözcükleri arasında olduğunu öğreniyordu
Çünkü sevdalı yürekler hep yanıyordu.
Şiirler de aşk ateş gibi uzaktan ısıtıyordu.
Ateş aynı zamanda, güneş gibi uzaktan aydınlatıyordu. Güneş edebiyatın ve sosyal bilimlerin vazgeçilmez sözcüklerinden biriydi.
İnsanlık yaşamın önüne konan karanlığa karşı aydınlanmak istiyordu. Bu yüzden Nazım Hikmet
“Sen yanmasan,
ben yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…“ diye yazmıştı. Ve yanma ve özgürlük ilişkisini ortaya koyarken
“ Akın var akın
güneşe akın
Güneşi zapt edeceğiz…” diye, belki sadece onun gibilerin kaldırabileceği zor bir yol gösteriyordu.
Ve Adnan Yücel coğrafyanın çocuklarına
“Ateşin ve güneşin ölümsüz çocukları,
Uyanmıştır kırk yıllık uykulardan,
Başka dillerden de olsa,
Geleceğin rengini tanımıştır kitaplardan…” diye sesleniyordu.
Kendi dilinde o çocuklar “ Agir ketîye dilêmin” ile sayısız stranlar da aşk ve yanma ilişkisiyle büyümüştü.
Ateş ve aşk, ateş ve özgürlük, ateş ve devrim, derken Prometheus’a ateşi çalmak düşüyordu. Ve onlara yol gösteriyordu.
Yaşadığı kentin acılarını Kürtçe “ bajarê şewitî “ diye stranlarla hissederdi.
Onca şair ve bestekara, sayamadığı ağıtlara rağmen, hala sol tarafında yanık yarası sızlıyordu. Newroz’un yasaklı dönemlerinde odun yerine kendi bedenini ateşe veren kadının, köz olmuş bedeninde ki ışıldayan iki gözüne rağmen, yarası yeniden sızlamıştı. Belki de bu sızı nereden geldiğini, nasıl yaşadığını hatırlatıyordu.
Şimdi bir doğa yangının ortasında, yanan hayvanların önünde, yanmamak için hızlıca kaçıyordu.
Bu yangının ortasında ne işi vardı?
Yangın neden büyüyordu?
Kimler sorumluydu ve yangına nasıl sebep olmuşlardı?
Bu yangında kendi sorumluluğu ne kadardı?
Sol yanında ki sızı hariç, hiç bir şey hatırlamıyordu.
Belki is, keskin yangın kokusu ve boğucu duman hafızasını silmişti.
Belki yaşamı ateşin gölgesinde yürüyordu.
Belki de bu yangından kurtulsa başka bir yangına yakalanacaktı.
Hala yangının küllerine karışma ihtimali vardı. Çünkü artık koşamıyordu. Kaplumbağalar, yılanlar, kanadı kırık kuşlar, karıncalar onu hızlıca geçiyordu.
Hala alevler ‘ bana gelince sönüverir’ diye umutlanıyordu.
Birden ateşin uzaktakileri aydınlatabilen gücünü hayal etti.
Belki o yanarken uzaktakiler, karanlığa karşı aydınlanıyordu.
Gerçek olan ateşin ışıklarıyla insanlığın karanlık yolunu aydınlattığıydı. Bu yolun açıcılarına da ‘aydın’ deniliyordu. Ve onlar, ateşi çalmaya, belki yanmaya ve toplumu aydınlatmaya herkesten çok adım önde giriyordu.
Ve karanlığın, hiç bir canlının yanmadan sona ereceği günleri hayal ediyordu