Büyük nehre bakan antik kayalıklar son yıllarda oldukça stresliydi. Bir yandan kuraklığın artırdığı sert rüzgarlarla baş başaydı. Rüzgar dindiğinde bu defa insanların ihtiraslarıyla karşı karşıyaydı.
Kimisi gece karanlığında anlaşılmaz öfkesiyle geliyordu. Sabırsız oluşlarından öte kabalıkları yüzünden tehlikelerle karşılaşıyorlardı.
Evet, onlar bir şeyler arıyordu. Sonra şafakla kaçıyorlardı. Karanlığı seviyor oluşları karanlık işleriyle alakalıydı.
Kimisi ise gündüz geliyor ve dikkatlice davranıyordu. Ellerinde ki aletler gececilerinkinden daha küçüktü. Ve onların aksine oldukça yavaş çalışıyorlardı. Kibar ve sabırlı oluşları içinde bulundukları stresi azaltıyordu.
Binlerce yıllık tarihi muhafaza eden kayalık sakinleri, gece olmasın ve haramiler bir daha gelmesin istiyordu.
Ama doğanın kanunu karanlık basıyordu. Haramiler kaba halleri ve ağır aletleriyle kayaları kırmaya başlıyordu.
Rüzgardan ve kazılardan çıplak yüzü vadiye bakıyordu. Haramilerin kazmalarından kurtulan biriydi. Ve o çok eski zamanlarda üzerine şekiller çizilen bir kitabeydi.
Rüzgarlar dinmiş, güneş yükselmiş, sakin bir gün daha kendi halinde gidecek gibi görünüyordu. Ama gündüzcü kaşifler yine kayalara dokunmaya gelmişti. İçlerinde en genci, esmer ama sarı saçlı kadın, nihayet onu titiz bir kazıyla ait olduğu kayadan ayırıyordu. Defineci haramilerden kurtulduğu için seviniyordu. Ama ait olduğu kayadan koparıldığı için de üzgündü.
Evet, üstüne ağır bir hüzün çökmüştü. Elbette haramiler olmasa onu ait olduğu kaya üzerinden okuyacaklar ve öyle bırakacaklardı.
Ama sosyal kanunlar doğa kanunlarına üstün çıkıyordu. Neyse ki araştırmacı genç kadın ona çok nazik davranıyordu. Onu bilmediği bir şeyle sararak oradan uzaklaştırdı.
Şimdi güneşsiz ve rüzgarsız bir yerdeydi. Herkes onu heyecanla anlamaya çalışıyordu. Sanki binlerce yıl önce onu nakşedenlerin coşkusuyla çalışıyorlardı.
Belki ilk bulunan kitabe değildi. Ondan önce kayalardan sökülen nice kitabeler vardı. Belki de daha kayalardan sökülecek kitabeler vardı.
Saçları kendisine ait olmadığı her halinden belli araştırmacı kadın, binlerce yıl çıplak elleriyle ve keskin taşlarla kendisini nakşeden insanların dilini anlamaya çalışıyordu.
Belki kitabede kendine ait bir şeyler arıyordu.
Günlerce üzerinde taşlarla nakşedilen şekilleri çözmeye çalıştı.
Onları anlayabilir miydi?
Biliyordu, insanların kitabelerin içeriğini anlaması gerekmiyordu. Hatta anlamasalar daha iyiydi. Böylece gizemli ve kutsal bir kimliğe bürünüyordu. Aksi halde işe yaramaz bir kaya parçasına dönüşüyordu.
Araştırmacı genç kadın hiç uyumadan çalışıyordu Belki herkes gibi görmek ve inanmak istediğini arıyordu. Belki de gizemini çözmeye çalışıyordu.
Elbette kitabelerin ortak dili vardı. Ama gözler kitabeleri başka başka okuyordu.
Kadının odasında kimi çok kalın, kendisinden daha düzgün şekillendirilmiş kitaplar vardı. Onlar yetmemiş olacak ki kendisini okumaya ve anlamaya çalışıyordu.
Artık yalnız değillerdi. Birçok farklı giyimli kadın ve erkek birlikte kendisini anlamaya çalışıyordu.
Ve o zamanla bir kaya parçasından ağaç kökenli yapraklara dönüşüverdi. Ve de o artık raflarda duran herhangi bir kitaptı. Belki onu anlamış ve çözmüşlerdi.
Ve şimdi fuar denilen alanda, binlerce kitabın yanında, kimi meraklı, kimi öfkeli , kimi şaşkın ama kitapla kavgaya kararlı insanların gözleri altındaydı.
Diğerleri gibi insanları selamlamaktan başka çaresi yoktu.
Kitaplar binlerce yıl daha insanları meşgul etmeye devam edecekti. Çünkü kitaplar yaşamın özeti ve ilerleticisiydi.