Bundan üç yıl önce evimde ağırladığım, çeşitli medya kuruluşlarında yöneticilik yapmış, prima işlere imza atmış, ödüller almış, emekli olmuş, işsiz kalmış, arkadaşlarım benden Diyarbakır’da bir gazete satın alıp, mesleğe geri dönmemi istediler.
Heyecanlandım.
Raif abi (Türk) henüz yaşıyordu. Hepimiz projemizi ona tek tek anlattık.
Ben, gazete yetmez, TV ve radyo da ekleyelim dedim…
Geçelim;
Ertesi gün Raif abiyle tekrar konuştuk. O da gazetecilikten patronluğa evirilmiş, deneyimli bir iş insanıydı artık.
Dedi ki, “Bak, Türkiye’de ilk yerel haber ajansını açtın. Halepçe katliamına denk geldiği için, yayınlarınızla kısa sürede tanındınız.
Mutlu oldunuz mu? Ne MİT’çiliğiniz kaldı, ne hainliğiniz. Şimdi bu filmi niye başa sarıyorsun? Geride kal. Destek ol, ama bu havuza bir daha düşme!”
Onu dinledim. Arkadaşlarıma maddi, manevi destek oldum. Teklifi zamana yayıp, kimseyi incitmeden reddettim.
Halk TV yönetim kurulu başkanı Cafer Mahiroğlu’nu dinledim Ece Üner’in programında.
Kendi deyimiyle, kafasını giyotine uzatan bir medya patronu konuşuyordu. Üzgün, kırgın, ağlamaklı, ama kararlı, pişman olmayan bir adam vardı ekranda.
Halk TV’ye saatli bomba gibi kurulmuş, kod adı Rok olan, Rasim isimli bir soytarının yarattığı tahribatı dinledim.
Halk TV’nin kare ası, bu röportajı Mahiroğlu’nun iradesine bağlayıp istifa etmişlerdi.
Mahiroğlu, ilk defa duruşunun maliyetinden bahsetti, ödediği bedelleri anlattı.
Samimi bir empati yaptım onunla. Daha 26 yaşındayken başıma gelenleri hatırladım, Kürdistan Pres’in manşetlerini resmettim kafamda.
Yıllarca o iftiralardan kurtulmak için defans yaptım, kahroldum.
İktidar kadrosunun hangi tuşa ne zaman basacağını bilen mahir bir ekibi var. Cesaret yetmiyor.
Benim ipimi de, Derik’te korucuların öldürdüğü kadın, Milliyet gazetesinde manşet olduğu için Kozakçıoğlu çekmişti.