Elbette her kent değişirdi. Ama bir kentin dilini hızlıca kaybetmeye başlaması değişimle açıklanamazdı. Bunu saatlerce Mustafa ile tartışsa da bir sonuç alamayacaktı.
Belki tartışmak doğru değildi.
Belki de kentin bir yerlere saklı ruhuyla bütünleşmesinin yolunu aramalıydı. .
Ama ona eşlik eden Mustafa’yı da şimdilik bir kenara bırakamazdı. Bu çelişki kuçeler de adımlarını da ağırlaştırıyordu. Aracı Balıkçılarbaşında park ettikten sonra kentin hala yıkılmayan kuçelerinden birine sessizce girdiler.
Bir süre karmaşık duygularla yürürlerken Mustafa birden ona “ bak adaşım izmlerle, ideolojik terimlerle tartışmayı sevmem!” dedi. Demek ki yan yana yürürlerken Mustafa onunla kentle ilgili tartışmaya bileniyordu.
Belki Mustafa’yı fazla ciddiye alıyordu.
Belki de şimdi çokça söylenen ‘milli muhalif ‘olmaya çabalıyordu.
“Ama tarihi ve toplumu anlatırken ‘izm’leri nasıl atlayacağız. Onların yerine hangi terimleri kullanacağız? Diyelim ki günümüzün hakim diline kapıldık, milli muhalif gibi konuşmaya başladık. O zaman ‘kapitalizm’ için ne diyeceğiz. Mesela ‘Paranın hakim olduğu bir düzen’ desek kafi midir?”
“Bence hiçbir şey demeyelim.”
“Yani hiç konuşmayalım, tartışmayalım!”
“Hayır, seninle çok ciddi tartışacağım. Ama sizin terminolojinizle değil.”
Ulucami’nin arkasında Mustafa bir arkadaşıyla karşılaştı. Kuçelere yabancı olduğunu hissettiği, duruşundan, giyiminden, sakalından hoşlanmadığı adamı Mustafa ile başbaşa bırakarak yürümeye devam etti.
Ama şimdi nereye gidebilirdi? Rastgele yürürken Ahmed Arif müzesinin önünde kendini buluverdi. Hızlıca içeri girdi. Ahmed Arif’ten sonra sanki kente dair her şey silikti. Ve sanki ondan sonra hiçbir şair bu kentte yaşamamıştı. Elbette bu haksızlıktı ama kimseye bunu anlatamazdı.
Ziyaretçilerden boşalan masaya oturdu. Ceketinin cebinden not defterini çıkardı. Muhtemelen ziyaretçiler onun duygulara kapılıp şiir yazdığını tahmin ediyordu. O anda Mustafa da kapıda görünüverdi. Hızlıca yazmaya başladı.
“İnsanda doğadaki diğer canlılar gibi bencil doğar. Bencil insan çıkarcı, mülkiyetçi ve sahiplenicidir. Ama bazı insanlar bencilliği red edip paylaşımcı olmaya çalışırlar. Ve bencillikle çatışma başlar. Ve de paylaşımcı olmaya çalıştıklarında doğal bencil hayat onlara sert yüzünü gösterir. Bu yüzden eşitlikçi ve paylaşmayı kendine rehber edinenler hayatın belalarına karşı mücadele ederler. Benciller güçlüdür. Her türlü imkanı vardır. Her zaman kazandığını zannederler. Ama her defasında da insanlığın eşitlikçi yanına çarparlar. Ve paylaşmayı hedef alanlar bencilliğin gücü karşısında heder olduklarında asla yakınmazlar. Devrimciler doğanın bencil ve mülkiyetçi yasasına karşı çıkan ve bunun için heder bir azınlık insan türüdür. ”
Notu masaya bırakıp kapıdan dışarı çıktı. Ulucami’ye vardığında Mustafa’nın ona cevap verip vermediğini merak ediyordu. Sonuçta Mustafa kendisiyle yüz yüze tartışmak istemediğini anlamıştı.
Geri döndü ve masada Mustafa ya ait olduğunu düşündüğü kısa bir not vardı.
“Sen bir devrimci misin? Kendini yenik hissediyor musun? Neden yenildim diye düşünüyor musun? Ve kadere inanır mısın”
Evet, zor sorulardı.
“Ben belki devrimci olamadım ama bencilliğe de teslim olmadım. Elbette insan ömrünün bir sınırı vardır. Ama insan öldükten sonra da doğa yaşamı sürdürür. Yani senin belki bir futbol maçı olarak gördüğün mücadelenin sınırı yani bitiş düdüğü yoktur. Bu yüzden hiçbir şey bitmemiştir. Yine devrimciler coğrafyaya kader demezler ve bunun için de ölüme yatarlar. Ama kadere inananlar ve ona göre yaşayanlar her zaman yeniktirler. ”
Belki Mustafa’ya göre çok sert yanıtlardı. Belki de Mustafa’ya değil kendine yazmıştı.
Müzeden tekrar çıktı. Dağkapı’ya doğru gidip geri döndü. Masada yine Mustafa ya ait tek cümlelik bir not vardı.
“Neden yalnız yaşıyorsun?”
Buna nasıl yanıt verebilirdi?
“Kendi yalnızlığımın nedenini yazarsam ben de bencilce davranmış olurum. Zaten kadın ve erkek ilişkilerinin doğasındada yaşamın bencil kuralları geçerlidir. Erkek daha fazla bencildir ve daha fazla mülkiyetçidir. Kadına da mülkiyetçi erkeğe tabi olma öğretilmiştir. Bunu red eden eşitlikçi olmak için mücadele eden kadına yine yaşamın baskıcı yasaları yüzüne çarpar.
Yine eşitlikçi olmaya çalışan ilişkide özgür olmayı ilke edinen , egemen zihniyete karşı çıkan erkekte yaşamın sert yasalarına çarpar. Kadın kadar olmasa da bedel öder.
Yaşamın iktidar eksenli eşitliksiz kadın erkek ilişkilerine karşı çıkan hem kadın hem de erkeğin birleşmesini de doğanın bencillik yasaları engeller.
Görünürde özgürlükçü, eşitlikçi kadın ve erkek genelde mücadele ettikleri anlayışlardan yani sıradan kadın ve erkeğe dönüşme riski yüksektir. Doğal yasalar iki özgürlükçü çizginin buluşmasını istenmez. Ortada doğanın bencillik yasaları olan mülkiyet, cinsellik, korunma ve soyunu sürdürme isteği vardır. Kadın ve erkek bunlar için düşüncelerinden ve duruşundan geri adım atmaya zorlanır.
Doğanın yasalarına uymayan az sayıdaki erkek doğal bencil yaşamın ortalama kadını tarafından red edileceği için yalnızlığa mahkum olacaktır.
Aslında bugün geçerli olan kadın erkek ilişkisi yaşamın kurallarına mecbur olan ilişkidir.
Ne zaman eşitlikçi, bireyci insan türü çoğalır ve yaşamın yasaları değişir, evrim mesafe kattederse o zaman bu düzen çökecektir. Ya da bir devrimle bu hızlanacaktır.
O zamana kadar kadın ya da erkek yaşamın yasalarından kaçarak birlikte alternatif yaşamlarını kurmak zorundadır. Ya da sıradan ilişkilere boyun eğip değişimin sonucunu bekleyeceklerdir. Ki çoğumuz böyleyizdir ve bu yüzden etrafımız çelişkili, rol yapan, mutsuz ve ikiyüzlü insanlarla doludur. Yenilgi dediğinde asıl olarak budur.”
Yıllar sonra Sülüklü Han’da otururken Mustafa ya bunları neden yazdığını düşündü. Bir koşuda Ahmed Arif müzesine gitti. Yazı masada duruyordu. Giriş tarafında gülümseyen Mustafa’nın yüzüyle karşılaştı.
“Gel seninle acılı ciğer yiyelim.”
“Evet, acıkmışım, çok iyi olur. Ama ben bu kenti ciğerle, kadayıfla, taşlarla, halayla özdeşleştirenlerden değilim.”
“Anlıyorum sen o inkar edilen kentin saklı ruhuyla özdeşleşmişsin.”