İnsanlığın kabul ettiği başka bir kavram daha vardır ki oda zalimin zulmü kendi başını yediğidir, zulüm ile idarenin mümkün olmadığıdır, uzun sürmediğidir, zulmün de insan şefkatine muhtaç kaldığıdır
Belki de saldırganlıkta can alıcı sorulardan bir tanesinde saldırganlıkta hangi insani değer vardır sorusudur “saldırganlıkta hangi insani değer vardır?”
Ama genellikle saldırganlıkta koşullanma psikolojisi hakim olur ve saldırganlık empatiyi devre dışı bırakır
Saldırganlıkta insanlık yoktur, empati yoktur, bir anne ve evlat diyalogu yoktur ki anne yüreğindeki acıyı hissetsin
Saldıran kişi; karşıyı kendi yerine koysa ve aynı şeyler kendi başına gelse ne der acaba klişe lafa görünebilir ama can alıcı sorudur, zaten klişeliği çok soruluyor oluşundandır çünkü can alıcı soru bu. “karşının yaşadıkları senin başına gelse ne yaparsın?”
Ama saldırganlık gelenekselleşir ise artık çok tehlikeli bir süreçtir ve köle sahibinin köleye zulmü kendine bir hak görmesi gibi bir gelenek oluşturur
Doğrusu saldırıya uğrayan öyle yada böyle yaşayabileceği bir yol buluyor, ilk atak saldırıda ne tahribat yaptıysa yapıyor, ne kayıplar verildiyse verilmiş oluyor ama sonrası bir denge sağlanıyor
Saldırganlık karşının gelişmesine de sebep oluyor, olgunlaştırıyor, iyi güzel de olgunlaşacağım diye ben bu kadar saldırganlığı göğüslemek zorunda olmamalıyım
Karşıdaki bir ayine girmiş gibi saldırganlığı kutsal görüyor saldırganlıkta sınır tanımıyor, saldırdıkça da yöntemlerini zenginleştiriyor
Anlatılacak argümanlarını çoğaltıyor, yöntemlerini hissiz yapıyor kendi mekanikleşmesini karşıda da oluştuğunu sanıyor
Acı çekmede açlıkta hiçbir zaman mekanikleşme oluşmaz evet belki direnç gelişir dayanıklılık daha da gelişir ama mekanikleşme asla oluşmaz
Acı her zaman açık olan bir yaraya benze ve el değdikçe acı verir insana insanın direklerini temelden sarsar
Mağdurda her zaman tekrarlanan soru yine sorulur ve seni uykularından uyandıracak hal oluşur neden ben ve neden sen
Birçok tarihi vak a da bu acımasızların kuyruklarını kıstırıp kaçtıklarına şahit olunmuştur bilesin
Hangi denklemde bir araya geldikte yaratıcı gibi davranıyorsun, sen yaratıcı değilsin ve düzeninde böyle gitmez
Belki bu gün saklayabilirsin gerçeği ama tarih içinde gerçek yazılmamış ise bile mutlaka ortaya çıkar ve yazım haline gelir
Yazılı olmayan bir sürü tarih biliyoruz ki kendini sözlü tarih olarak bir sonraki, bir sonraki ve bin yıllara taşımış
Hani derler ye er ya da geç güneş ortaya çıkar, ay ortaya çıkar ve gerçek ortaya çıkar ne saklaya bilirsin nede örtü üretebilirsin, üç şeyi saklayamazsın “bir” Güneş “iki” Ay “üç” Gerçek.
Oysa insani ilişkilerde sıkça kullanılan bir deyim vardır ki kendini dev aynasında görmemen için derler “deveden büyük fil vardır” ve bir gün sizde yutacak bir varlık oluşur
İşte o zaman senini yarattığın dünya değil senin yarattığın evrende derin bir yırtılma oluşur ve bütün yıldızlarını o yarıktan kaybedersin ve de geri toplayamazsın
Oysa yaşamı hafif dokunuşlarla o kadar güzel hale getirebilecekken nasıl bu kadar acımasız olabiliyoruz, kötüleştirmek için bu kadar emek sarf ediyoruz
Güzelliğe bu kadar emek sarf etmiyoruz ama kötüleştirmek için daha fazla emek sarf ediyoruz
Peki! dünyada kötülük üzerine birikim yapıp ilelebet olan var mı? Yok, peki senin hangi ayırıcı özelliğin seni bu kadar öz güveni gelişkin, burnu havadan yapıyor
Genellikle zayıf insanların saldırganlığı zayıflıkları bulunmasın diye kişiliklerini başka tarlada bırakıp başka tarladan yetişmiş görüntüsü yaratırlar
Oysa bir gün yol gerçek tarlasına düştüğünde hangi yetersizliklere sahip olduğu ortaya çıkacaktır, işte saldırganlığın perde gerisinde sakladığı gerçek bir hikaye buna derim
Hüsranlığı kendi gerçekliğini gördüğünde yaşar, mağdurların kısa vadede bu gerçekliği gösterme şansı olmaya bilir bir gün mutlaka ama bir gün mutlaka olacak olay budur
Bana saldırma, saldırma gerekçeni bilmiyorum, sen saldırıda tatmin bulabilirsin ama insani ilişkiler tek tarafın tatmini üzerine oluşmaz bilesin.