Aşura on demektir. Muharrem ayının onunu gösterir. İslâm tarihinde Hz. Peygamber (s.a.s) ve Müslümanların tuttukları ilk oruç, Âşûrâ orucudur. Aslında Âşûrâ orucu, Medine’deki yahudiler tarafından tutulmaktaydı. Onlar Âşûrâ gününü bayram olarak kutluyorlar ve o günü oruçlu geçiriyorlardı. Muhtemelen Hz. İbrâhim’den kalma bir gelenek olmalı ki, câhiliye döneminde başta Kureyşliler olmak üzere bazı Arap kabileleri de bu orucu tutmaktaydılar. Hatta Peygamber Efendimizin hicretten önce Mekke’de Âşûrâ orucu tuttuğu gibi hicretten sonra Medine’de de bu orucu tuttuğu rivayet edilmiştir. Efendimiz Medine’ye geldiğinde yahudilerin Âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görünce onlara bu orucu neden tuttuklarını sormuş, yahudiler, Allah’ın Musa Peygamber ve İsrâiloğulları’nı bu günde kurtardığını, Musa Peygamber’in o günde şükür maksadıyla oruç tuttuğunu, kendilerinin de bu konuda Hz. Musa’ya uyduklarını söylemişlerdir. Allah Resûlü de, ‘Biz Musa’ya sizden daha yakınız ve bunu yapmaya daha lâyıkız.’ diyerek Müslümanlara Âşûrâ gününde oruç tutmalarını emretmiştir.(Müslim,Sıyam,128)
Allah Resûlü ile birlikte Müslümanlar da Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar Âşûrâ orucu tutarlardı. Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra artık Âşûrâ orucunu tutmak, insanların arzusuna bırakıldı. Hz. Âişe bu süreci şöyle anlatmaktadır: ‘Kureyşliler câhiliye döneminde Âşûrâ günü oruç tutarlardı. Sonra Resûlullah da (s.a.s) bu orucun tutulması emretti, tâ ki Ramazan orucunun farz kılındığı zamana kadar. (Ramazan orucu farz kılınınca) Resûlullah (s.a.s), ‘(Âşûrâ orucunu) dileyen tutsun, dileyen tutmasın.’ buyurdu.(Buhari,Savm,1)
İbn Abbâs’a Peygamber Efendimizin hangi günde oruç tuttuğu sorulunca onuncu günde, diğer bir rivayette de dokuzuncu günde oruç tuttuğunu söylemiştir. Peygamber Efendimize, yahudi ve hıristiyanların bu günü yücelttikleri (ve onuncu gününde tuttuklarını ima edilince) o da, ‘İnşallah gelecek yıl biz de (Muharrem’in) dokuzunda oruç tutalım.’ demişti. Ancak ertesi yıl gelmeden Allah Resûlü vefat etti. Ancak Allah Resûlü’nün yahudilere benzememek için müminlere tek gün değil Âşûrâ gününe Muharrem’in dokuzuncu veya on birinci gününü de ekleyerek en az iki gün oruç tutmalarını tavsiye ettiği de rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimiz’in ne zaman oruç tuttuğunu rivayet eden İbn Abbâs’ın da, ‘Dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutarak yahudilere muhalefet ediniz.’ dediği nakledilmiştir. (Tirmizî, Savm, 50.) Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in yahudileri taklit etmemek ve hurafelerinin İslâm bünyesine girmesine engel olmak için sadece Âşûrâ günü değil, Muharrem’in dokuz ve onuncu ya da on ve on birinci günlerinde oruç tutmalarını tavsiye ettiği anlaşılmaktadır.
Bir de on muharremde Anadolu’da gelenek haline gelen “aşure tatlısı veya çorbası” yapılmaktadır. İçerisinde her biri farklı tatlarda hububat ve kuruyemiş bulunan aşure tatlısının içerisindeki her bir yemiş, birlikteliğin içerisinde kendi tadında bozulmadan, değişmez. Nohut, nohut olarak kalır, ceviz, ceviz olarak. Kendine özgü varlığıyla bütünün bir parçası olur, tatlının ahengini bozmayan bir parçası. Bu da bize birlik ve beraberlik için kendi özümüzü değiştirmek gerekmediğini gösterir adeta. Yani aynı İslam kazanına giren Sünni, Alevi, Türk, Kürt, Arap, Acem, Nakşi, Bektaşi kim olursa olsun kendisi olarak kalır, özgün lezzet işte o zaman ortaya çıkar.
Eskiden aşure tatlısı her evden bir malzeme alınarak 10-12-14 çeşit tahıl ve meyveyle imece usulü yapılırdı. Pek bilinmeyen bir de hikmeti vardır aşure tatlısının. 10 Muharrem aşura günü Peygamberimiz’in bütün torunları Kerbela’da zalimce şehit edildiler. Sadece Hz. Hüseyin’in 23 yaşındaki oğlu İmam Zeynelabidin sağ kurtulmuştur. Bu kurutuluş aynı zamanda Kevser Suresi’nde bildirilen “Sen ebter olmayacaksın” müjdesinin tezahürüdür. Peygamberimiz’in ailesini sevenler Ali Zeynelabidin’in kurtuluşuna sevinerek bu tatlıyı yapar ve dağıtırlar.
Arifler ne güzel söylemişler:
“Hem temiz, hem temizleyici olan iki şey vardır:
Biri su diğeri Ehl-i Beyt-i Mustafa’dır.”