Tüm dinlenmişliğiyle akşamdan erken yatmaya çalışıyordu. Ama yarınki kent gezisi gerilimi yüzünden uyuyamayacağını biliyordu. Çünkü yaklaşık altı yıldır artık eskiyen kente giremiyordu. Tabii ki girmesi için fiziki bir engel yoktu. Ama yeterince duygusal engelleri vardı.
Ve mutlaka bir gün kente girmesi gerekeceğinin de farkındaydı. Bu yüzden geçen hafta içi iş arkadaşı ve adaşı Mustafa’nın ısrara dönüşen eski kentte kahvaltı teklifini kabul etmişti.
Belki eskitilen kente yabancı ama yeni kentin yerlisi gibi davranan Mustafa ile kahvaltıyla yetinmeyecekler, birlikte kuçeleri gezecekler ve eski kentin yeni halini de görmüş olacaklardı.
Beklediği gibi gece yarısı yataktan bir hışımla uyandı. Artık şafağı uykusuz gözlerle karşılayacaktı.
Mustafa’ya ’ uykum kaçtı, sabah erkenden buluşalım.’ mesajı atarak bir an önce işin bitmesini istiyordu.
Evet, uzun süredir kente girememenin gerilimini yaşıyordu. Heyecan olmayan öfkeyle karışık bir duyguyla sabahlamaya çalışıyordu. Ve zaman bir türlü geçmiyordu.
Nihayet modern kentin çatılarına şafağın ilk okları vurunca vakit tamamdır dedi. Gece nasıl geçerse geçsin, nasıl biterse bitsin, şafak her zaman ona enerji veriyordu.
O enerjiyle hızlıca giyinerek dışarı çıktı. Arkadaşının oturduğu sitenin önünde uzunca beklerken kendini kuçeler de buluverdi. Sokakta parmaklarıyla zafer işareti yapan rengarenk kıyafetli çocuklarla top oynarken araç camına birinin sertçe vurmasıyla kendine geldi. Tahmin ettiği gibi yanlış bir yere park etmişti ve polis kıyafetli güvenlikçi onu uyarıyordu.
Aracı güvenlikçi nezaretinde site içine alarak beklemeye başladı. Buluşma saatine daha çok vardı. Tedirgindi. İçinde büyüyen bir vazgeçme düşüncesi ile telefona sarıldı.
Tam ‘ben gelemiyorum ’diye yazacakken yeni bir vazgeçişe dönüş yaptı. Bir karara varmıştı. Vazgeçemezdi. Bugün adaşı Mustafa ile kente girecekti.
“Aşağıdayım, bekliyorum “diye kısa bir mesaj attı. Mesaj çubuklarının mavileşememesinden arkadaşının hala uykuda olduğu anlaşılıyordu.
Çok uzunca arabada uyumaya direnerek bekledi. Çünkü uyumak karmaşık rüyalara dalmak demekti.
Sonunda telefon sesiyle kendine geldi. Arkadaşı Mustafa mesajı görmüş, cevap yazmış ve beş defa da çağrı bırakmıştı.
Mustafa ondan daha canlıydı. Ancak heyecansızlıkta ondan farksız bir ruh halindeydi. Zaten o sürekli eskiyen kente giden biriydi. Onun için sıkıntılı olan gezi Mustafa için sıradan bir geziydi.
Araç Urfa kapıya doğru yol alırken heyecanlanmaya başladı.
“Kaç yıldır bu kentte yaşıyorsun Mustafa”
“Altı olmuştur. ”
“O zaman sen de buralı sayılırsın.”
“Evet sayılırım. Zaten kentin yeniden inşası benim gelişimle başladı.”
“Çok hızlı bir değişim değil mi?”
“Bence bu değişim değil.”
“Evet, Mustafa, bir şekilde yıkılmış eskinin kültürüyle bertaraf edilip yenisinin yapılması değişim değildir. En masumane haliyle dönüşüm diyebiliriz. Ki masumane de değildir.”
“Senin kadar politik bakmasam da dönüşüm konusunda sana katılıyorum.”
“Ben bu nedenle kente giremiyordum. Yoksa değişime karşı değilim ben.”
“Ama bu son senin hep altını çizdiğin son yılların politikasıyla sınırlı değil. Binlerce yıllık tarihi kent deniliyor ama kaç tane yüzyıllık ev var, bakmak lazım.”
“Bu sorun Anadolu’da da var .”
“Bizim coğrafyamız en eski uygarlıkları barındırıyor. Ama surlar ve bir iki ibadet yeri dışında ayakta kalan yapı yok gibi. Şimdi yapılanlar da belki yüzyıl sonra olmayacak!”
“Bir vakit Arjantin’e gitmiştim. Başkentleri Buenos Aires’ i gezdim. Bizim kentlere göre yeni sayılır. Ama orada bile üç yüzyıllık evler var. ”
“Korumakla alakalı. Belki biz yeniyi inşa etmeyi de seviyoruz.”
“Sonra yine yıkıyoruz. Tekrar inşa ediyoruz. Tabii ki bu toplumun ya da devletin zevk meselesi olmayıp politik nedenlerle alakalıdır. Kentin var olan kimliği yok ediliyor. Ve ısrarla bir kimlik dayatılıyor.”
Ve surlara yaklaşırlarken diğer araçlar gibi rutin arama noktasında durduruluyorlar. Araç sağa çekilirken çıkardığı kimlik Mustafa’nın eline değiyor. Mustafa kimliğe baktıktan sonra kendisininkiyle beraber polise uzatıyor. Rutin inceleme sonrası yola devam ediliyor.
“Abi senin kimlikteki adın farklı!”
“Evet, farklı… Sen de polis gibi bana takmayasın.”
“Doğrusu garip karşıladım. Çünkü seninle Mustafa olarak tanıştım. Ama adının Çiya olduğunu bilmiyordum.”
“Doksanlı yıllarda benim gibi doğanların adları böyle.”
“Çiya ne demek.”
“Dağ demek. Ama o yıllarda bu adı dağ olduğu için bana vermemişler.”
“Soyunuzda bu isimden olan var mı?”
“Hayır yok.”
“Benimkisi dedemin adı. Bizim orada mutlaka torunlardan birine dede ya da nene adı verilir. Burada dede başka, oğul başka, torun başka isim alıyor.”
“Doğrusu bu tespitinle beni çok şaşırttın. Hiç düşünmemiştim. Evet, bizim coğrafyamız da dedeler ve torunlar arasında isim akışı yoktur. İsimlerde zamanın politik havası belirleyici oluyor. Çocuklar yaşadıkları dönemlere göre isim alıyor. Dedelerinin ya da nenelerinin adlarının taşınması gibi bir ihtiyaç yoktur. Daha önemli ihtiyaçlar çocuklarının isimlerine de yansıyor. Mücadelenin seyri isimleri de belirliyor.”
“Ve dönemler de hızlıca değişiyor. İsimler de değişiyor.”
Evet, kimlik değişiminin siyasi süreçlerle hızlı değiştiği bir coğrafya da yaşıyordu. Elbette bu isimleri de etkiliyordu. Torunlarının da kendi ismini alma ihtimali de zayıflıyordu.
Sansürlü ve otokontrollü konuşmalarla kente girdiğini fark ediyorlar.
İkisi de düşündüğü gibi konuşmuyordu.
İkisi de hala konuşmaktan korkuyordu.
Fakat yıkım, değişim ve dönüşüm devam ediyordu
Şimdi isimle başlayan inkar ve değişim gerçekliğinde kuçeleri nasıl karşılayacaktı?
Ve gün sonunda buradan hangi ruh haliyle çıkacaktı?